Ana içeriğe atla

8-Ölümcül Anlaşma

8

Ölümcül Anlaşma

Gelen kişi adanın bekçisiydi, içeri girmedi, İstanbul'la kapıda alçak sesle konuşuyorlardı. Aden, konuşmalarını elinden geldiğince duymaya çalıştı. Birbirlerini tanıdıklarını anladığında yardım istemeyerek doğru yaptığını düşündü. Bekçinin her şeyden haberi vardı, Aden'in kaçırıldığını biliyordu.

"Deprem yüzünden yurt dışından adanın sahipleri gelecek," dedi bekçi. "Bir iki günlüğüne geliyorlar, ama onlardan önce burayı boşaltmanız gerekiyor. Yarın ayrılmak zorundasınız."

"Yarın ayrılmamız imkânsız," diye karşılık verdi İstanbul. "Bizim için ayarladığın sandalın motoru adaya bir iki kilometre kala arıza yaptı, kalan mesafeyi kürek çekerek geldim. Ada vapuruyla dönersem kız insanlardan yardım ister. Motoru Burgazada'da tamir ettiremez misin?"

"Burgazada'da insan mı kaldı ki tamirci olsun. Heybeliada'da tamir ettirmenin bir yolu var mı bakarım; ama hiç umutlanma. Şehir hatlarının vapuru bile artık günde sadece bir kez uğruyor Burgazada'ya. Olmazsa kızı bırakırsın."

"Kızı bırakamam, daha çok erken."

'Neler oluyor? Ne için erken?' diye sordu Aden kendisine.

"Yapacak başka bir şey yok İstanbul. Zaten onlar gelmeden önce evde bazı hazırlıklar yapmam gerekiyor. Siz en geç sonraki gün gitmiş olmalısınız. O gün de zaten bir hafta olmuş olacak."

Bekçi en geç sonraki gün evin boşaltılması konusunda onu kesin bir dille uyarıp gittikten sonra İstanbul Aden'e çok iyi davranmaya başladı. Son anda yardım isteme girişiminde bulunmaması İstanbul'u olumlu etkilemiş, ona karşı davranışlarının yumuşamasını sağlamıştı. Hatta ödül olarak ertesi gün onu ada turuna bile çıkardı.

"Nasıl, beğendin mi adayı?"

Burası küçük bir ada olduğundan tamamını dolaşmaları bir saat bile sürmemişti. Özgürce dolaşmak Aden'i biraz olsun kendine getirmiş, adanın doğal güzelliği kendisini daha iyi hissettirmişti. Kaçırılarak getirildiği ve zorla tutulduğu bir adada kendisini ne kadar özgür hissedebilirdi ki? Belki ailesinin iyi olduğunu bilse, esaret altında olduğunu unutabilirdi; ama bu durumda manzaranın güzelliğinden keyif alması mümkün değildi.

Aden bir şey söylemeyince İstanbul sözlerine devam etti. "Kaşık Adası tam bir kurtarılmış bölgedir. Burada daha fazla kalamayacak olmamız çok kötü." Adanın nasıl olup da yemyeşil kalabildiğini, yapılaşmanın önüne nasıl geçildiğini anlattı. "İmar izni verilseydi kan emicilerin hepsi buraya üşüşürdü. İşadamları parselleyip satamayacakları hiçbir güzelliğe para ödemezler, buralar bu nedenle güzel ve bakir kalabildi."

Aden Kaşık Adası'nın büyüsüne kapılmış bir halde İstanbul'u dinlerken tam karşılarındaki yıkık şehir koca bir hapishane gibi görünmeye başladı. İstanbul söylediklerinin bazılarında çok haklıydı, deprem olmasaydı şu an bitirmek istemediği bir okulun, öğrenmek istemediği derslerinin zorlu sınavları için hazırlanıyor olacaktı. Oysaki günlerdir dersler aklına bile gelmiyordu. Düşündüğü iki şey vardı ailesi ve bu adamın akıl çelen, çılgın fikirleri ama şu an içsel yolculuk yapıp kendini keşfe çıkacak durumda değildi. Ailesi iyi miydi sağ salim kurtulabilmişler miydi bilmiyordu. Bir an önce onun elinden kurtulup ailesine ulaşmanın yollarını araması gerekirken adanın el değmemiş doğal güzelliklerini izlemesi mümkün değildi.

"Adanın boş olduğunu bekçiden öğrenmişsin," dedi.

"Sen bizi mi dinledin?" diye sordu İstanbul.

"Söyler misin hangi ara sana sandal ayarladı bu adam, o kargaşada nasıl irtibat kurdunuz? Beni serbest bırakmak için erken olduğunu söylediğini de duydum. Neden öyle söyledin? Ne için erken, senin amacın ne?" İstanbul cevap vermedikçe sinirleri bozuldu. "Bekçinin yüzünü gördüm. Sana yardım ve yataklık etmenin bedelini ödeyecek," diyerek tehdit etme yoluna gitti. "Çoluk çocuğu varsa yazık olacak. Kendinle birlikte arkadaşını da yakmak istemiyorsan bu saçmalığa hemen bir son vermelisin, yoksa ikiniz birlikte adalete hesap vermek zorunda kalacaksınız."

"Onun bir suçu yok."

"Yoksa ona haksızlık mı ettim?" dedi dalga geçercesine. "Söylediğin iyi oldu; çünkü bu olaya hiç onun açısından bakmamıştım. Belki tam da benim yaşımda kızı vardır, öyle değil mi? Hadi onun açısından bakalım. Diyelim ki onun kızı da bir adam tarafından ıssız bir adaya kaçırıldı ve orada zorla tutuluyor, ailesine yaşadığını söylemesine bile izin verilmiyor, o zaman bekçi ne yapardı, sana hâlâ yardım eder miydi?"

"Özgürlüğünü elinden almışım gibi konuşma Aden."

"Hakkını yiyemem, hayat felsefen beni etkiledi, ama neden anlamak istemiyorsun? Bu iş zorla olmaz. Burada böyle zorla tutulurken ailemden başka hiçbir şeyin önemi yok benim için. Anlattıklarının hiçbirine kendimi veremiyorum. Bırak da seçimimi kendim yapıp döneyim sana. O zaman ne bekçiden ne senden şikâyetçi olurum, kimseye bir zarar gelmemiş olur. Lütfen ailemle görüşmeme izin ver. Onlara bir şey olup olmadığını düşünmekten aklımı yitirmek üzereyim." İstanbul sustukça Aden cesaretlendi. "Bu saçmalık bir an önce sona ermeli. Yaşadığımı sadece anneme söylesem yeter. Kadın büyük ihtimalle öldüğümü zannediyor, böyle bir acıya dayanamaz. Telafisi imkânsız bir durum oluşmadan onunla konuşup yaşadığımı haber vermem lazım."

"Telafisi imkânsız durumlar çoktan oluştu. Kendini acındırmaktan vazgeç ve sana üzülmemi bekleme."

Artık ona dayanamıyordu. "Sanki beni neden öldürmedin? O zaman bunların hiçbirine katlanmak zorunda kalmazdım."

"Sanırım katil ruhlu biri değilim," diye karşılık verdi. "Belki de aramızda ikimizin dahi bilmediği özel bir bağ vardır," derken gözlerini kısıp gülümsedi. "Yoksa kolayı varken neden zoru seçeyim?"

Nadiren gülümsüyordu. Gözlerinden yüzüne yansıyan mavi ışıltı Aden'i bir an etkisiz kıldı. Ona karşı koyma gücünün azalmasından nefret ediyordu. Bu duygudan kurtulmak için onun silahlı bir suçlu olduğunu hatırlattı kendine. "O silahı neden taşıyorsun?"

"Düşmanım olamaz mı?"

"Düşmanın mı var, yoksa suçlunun teki misin bilmiyorum ama ben bu durumdan çok sıkıldım İstanbul. Benim sana hiçbir zararım olmaz. Zaten hakkında bir şey bildiğim de yok. Beni hemen bırakman gerekiyor, buna daha fazla dayanamayacağım."

"Seninle işim bitmedi. Bir süre daha beraberiz. Umarım işler korktuğum gibi gitmez. Bittiğinde istediğin yere gidebilirsin."

İçi korkuyla titredi. "İşim daha bitmedi derken ne kastediyorsun?" Sözcükler boğazında düğümlenmişti. İstanbul cevap vermedi. Aklından neler geçirdiğini anlayamamak Aden'i çileden çıkarmıştı. "Korktuğum gibi gitmez ne demek, biraz açık konuşur musun?"

İstanbul güçlü bakışlarını şehrin ışıklarla bezenen karanlık siluetine çevirip bir süre ufku taradı. "Bu kafa yapısıyla kabuğunu kırıp doğman çok zor olacak."

"Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum."

"Aden, genlerinin esiri olmamak için direnmelisin, hapsolduğun hayatın içinde parmaklıkları bükmene yardım edebilirim."

"Burada zorla tutulurken seninle yeniden doğuş üzerine konuşmamı bekleyemezsin benden, bu çok saçma."

"Eğer benden kurtulmak ve aileni görmek istiyorsan konuşmak zorundasın."

"Dinle o zaman ben kabuğumu kıralı çok oldu," dedi Aden. "Senin de bildiğin gibi dışarısı pek de öyle hayal ettiğimiz gibi bir yer değil."

"Evet Aden, özgür olduğunda gardiyanların olmayacak, sana kimse belli dozlarda yanılsama enjekte edemeyecek ve kısa zamanda bu hayatın anlamsızlığını fark edeceksin."

"O zaman ne diye bana kabuğunu kır, duvarları parçala diye boş boş konuşup duruyorsun?"

"Dışarının durumu ilk başta benim için de çok büyük bir sorundu ama sonra sorun olmaktan çıktı; çünkü anlamsızlığın tadını aldım ve bunu devam ettirmeyi isteyerek seçtim."

"Bunu seçebilmek için gerçekten de çok berbat bir hayatın olmalı."

"Babam ve kardeşimi kaybettikten sonra dayanılmazdı..." İstanbul derin bir iç çektikten sonra sözlerine devam etti. "Aslında onları kaybettiğimi öğrendiğim o anda, yani ölümün beni kurtuluşa ulaştıracak olan son çıkmaz sokak olduğunu hissettiğim anda her şey daha tazeyken kendimi öldürmeliydim ama yapamadım. En kötüsü de ne biliyor musun? İnsan çok boktan bir varlık. Zamanla her şeye alışabiliyor, bu olsa kesin yaşayamam, asla devam edemem dediğin şey başına geldiğinde gözünü yumup devam edebiliyorsun. Bunun için yapman gereken, kendine inandırıcı senaryolar bulmak. Öyle ya da böyle olanları kanıksamanı sağlayacak ve seni hayata bağlayacak yalandan duygulara kapılarak yaşamaya devam edebiliyorsun."

"Bence sen yaşadığımız travmanın etkisiyle böyle şeyler düşünüyorsun."

"Modern hayattan bir anda vazgeçtiğimi mi sanıyorsun? Ailemi kaybettiğimde ya da yaşadığımız felaketten sonra olmadı bu iş. Ben bu uyduruk dünyadan en ince ayrıntısına kadar düşünerek sindire sindire vazgeçtim. Bu başıboş evreni aydınlatan kara güneş, ben ailemi kaybetmeden önce zaten kararmıştı ve onların kaybıyla birlikte kara deliğe dönüşerek var olduğunu zannettiğim anlam yanılsamalarını tek tek yuttu ve beni saf bir gerçeklikle karşı karşıya bıraktı."

"Hayat anlamsız değil," diyerek itiraz etti Aden.

"Bu dünya anlamsız olmasaydı bunca kötülüğü engelleyecek bir güç mutlaka olurdu."

"Öyle bir güç var zaten. Senin gibi vicdanlarının sesini dinleyenlerin sayısı hiç de az değil. İsteseydin deprem gecesi beni AVM'de ölüme terk edebilirdin ama sen beni kurtarmak için artçı sarsıntıyla her an yıkılabilecek bir binada kalmayı seçtin."

"Hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun."

"Senin iyi biri olduğunu görebiliyorum," dedi Aden. "Senin gibi birinin göz göre göre hayatını mahvetmesi çok tuhaf ve üzücü."

"Hayatlarımızın daha fazla mahvedilecek tarafı mı kalmış?"

İstanbul'un gelecek için planları yoktu. Kalbindeki merhamet zayıflamış olsa da henüz yitirmemişti. Aden onun yalnızlıkla katılaştırmaya çalıştığı yüreğinde berbat dünyamızla kolay kolay uyuşamayacak yüksek bir idealizm gizlediğini ve bugünkü boş vermişliğinin bir zamanlar hayat hakkında çok yüksek çıtalar belirlemekten kaynaklandığını düşünüyordu. Özünde iyi biri olduğundan emindi ama yardıma ihtiyacı vardı.

"Çok zor şeyler yaşamışsın, tamam, seni anlıyorum İstanbul ama sen de beni anla. Tüm samimiyetimle söylüyorum, bu konuları seninle hiç sıkılmadan günlerce konuşabilirim; ama ben şu an bunları konuşacak ya da düşünecek durumda değilim. Öncelikle ailemi düşünmek ve onları bulmak zorundayım."

"Boşuna çeneni yorma. Bunca şeyden sonra gitmene izin veremem, bu işe iyice bulaştın."

"Neye bulaştıysam söyle ben de bileyim yoksa çıldırmak üzereyim."

"Bir süre kaçmaya çalışmadan benimle yaşamak zorundasın. Bunu yaparsan gitmene izin vereceğim."

"Aileme yaşadığımı haber vermemi engellemezsen ne istersen yaparım. Tabii süre de önemli, ne kadarlık bir zamandan bahsediyoruz burada?"

"Az ya da çok, bu iş bitene kadar bana eşlik edeceksin."

Aden neyin içinde olduğunu çözememenin verdiği bıkkınlıkla, "Yahu sen hangi işten bahsediyorsun?" diye sorduğunda sesini istemeden yükseltmişti.

"Sonsuzluğu ölüm kapısından içeri alarak hızlı ve kısa bir hayata sığdırabiliriz. Keşke yaşam süresini uzatacaklarına daha yaşanılır bir dünya kurmayı tercih etselerdi. Neyse sorun çıkarmadan bir ay benimle birlikte yaşayacağına dair söz vermen gerekiyor."

Bu adam benimle bir ay ne yaşamak istiyor diye düşündüğünde aklına gelenler yüzünden endişelendi. "Kısa hayatına ne gibi şeyler sığdırmak istediğin umurumda değil, ben sadece beni ilgilendiren kısmını merak ediyorum. Söyler misin sen neden beni yanında tutmaya çalışıyorsun? Benimle ne yaşamayı planlıyorsun?"

"Seni çektiğin zihin azabından kurtarmak istiyorum Aden. Gerçekten istediklerin ile istemeye koşullandırıldıkların arasındaki farkı görmeni sağlayarak hapsedildiğin yerden çıkmana yardım edebilirim."

"Sana ne ya? Benim nerede olduğumdan ve ne çektiğimden sana ne? Senden yardım isteyen mi oldu? Beni bırakmandan başka hiçbir şey istemiyorum. Beni hapseden biri varsa o da sensin."

"Bu yolculukta sana sadece bir ay eşlik edeceğim, bunu kabul edersen fikirlerin değişecek."

"Delirdin mi sen? Allah yazdıysa bozsun."

"İyi düşün Aden, sana sınırlı bir zaman diliminde sonsuzluğu vaat ediyorum."

'Bu konuşma gerçek olamaz, biz ne yapıyoruz böyle,' diye aklından geçirdi. "Bu tam bir saçmalık! Seninle bir ay hapis hayatı geçirirsem ailem ne olacak?" Gözlerini yumdu, 'Bir ay' diye nefesini tutup tekrarladı, 'Sadece bir ay.' Buna katlanabilirdi, tek istediği şey ailesine iyi olduğunu bildirebilmekti. "Önce onları görmem gerek. Birlikte bizim eve gidelim; evin yakınlarına kadar gitsek ve iyi olduklarını uzaktan görsem bana yeter. Büfeci Mehmet Abi'ye sorarız, o zaten her şeyi bilir. Büfenin tabelasında telefonu vardı, oraya gidince onu telefonla arar, bizimkilerin durumunu sorarsın. Adam seni hiç görmemiş olur, kimin sorduğunu bile bilmez. Ben de hiç konuşmadan sizi dinler, durumlarını öğrenirim. Bunu yaparsan sorun çıkarmadan seninle birlikte bir ay geçireceğime söz veriyorum."

"Kes şunu! Bunu kaç kez daha tekrarlayacaksın? Yine ailem diye tutturacaksan bu konuyu kapatalım," dedi sert bir tavırla.

Aden bir süre daha hiç bıkmadan usanmadan ailesiyle görüşmek için onu ikna etmeye çalıştı ama sonuç alamadı. İstanbul bekçiyle yaptıkları son konuşmadan sonra tanınan süre dolmak üzereyken Aden'in yanına geldi.

"Burada daha fazla kalamayız, sabah erkenden evi boşaltıp şehre dönüyoruz," dedi. "Eğer yol boyunca uslu durursan evinizin yakınlarına gidip durumlarını anlamaya çalışacağımıza dair sana söz veriyorum." Aden'in gözlerinin ışıldadığını görünce, "Ama yolda gıkın bile çıkmayacak," dedi uyarı dolu bir sesle. "Yoksa beni kötü şeyler yapmaya mecbur edersin. Kimseye bir zarar gelmesini istemiyorum. Eğer kaçarsan onlara beni anlatıp anlatmadığına bile bakmam, hepinizi öldürürüm, anladın mı? Evinizi bulur, ansızın gelir ve seninle birlikte ailendeki herkesi tek tek öldürürüm."

Kurtulacağına dair umutlandıysa da gözlerine yansıyan ışıltı İstanbul'un tehditleriyle birlikte karanlığa gömüldü. Denemiş, elinden geleni yapmıştı ne var ki İstanbul'a ailesiyle görüşmeyi kabul ettirememişti. 'Şimdi ne oldu da birden fikirleri değişti.' Ailesini görmesine izin vereceğine inanmıyordu, onu kandırdığından emindi Aden. Bekçi büyük ihtimalle tamirciyi bulamamıştı, şehre dönebilmek için Burgazada'ya uğrayan şehir hatlarının vapuruna binmeleri gerektiğinden emindi Aden. Yolda kimseden yardım istemesin diye ailesini gösterme vaatlerinde bulunarak onu kandırmaya çalıştığının farkındaydı. "Yemin ediyorum, yolda ağzımı bile açmam," düşüncelerini hiç belli etmeden ona inanmış görünmeye çalıştı. "Sözünü tutup da ailemle görüştüreceksen sorun çıkarmayacağıma söz veriyorum."

"Tekrar ediyorum, yolda kaçmaya çalışırsan..."

Aden'in korkudan içi ürperince sözünü kesip, "Tamam, anladım, hepimizi öldüreceksin," dedi. "Ama öyle bir şey olmayacak. Sana söz veriyorum, dediklerine harfiyen uyacağım."

"Ve sadece bir ay boyunca değil, seni özgür bıraktıktan sonra bile, ben son nefesimi verene kadar kimliğimi deşifre etmeyeceksin."

"Zaten gerçek kimliğini bilmiyorum ki."

"Benim ben olmadığımı kimseye söyleme yeter."

"Ha! Bir şey daha var, seninle kalacaksam da beni kapalı alanlarda tutmayı aklından bile geçirmeyeceksin güneşi mutlaka görmeliyim." Bunu sırf inandırıcı kılmak amaçlı söylemişti Aden.

"Merak etme, kalan hayatımı seninle zindanda geçirmeye niyetim yok. Bir parka gidip orada kalacağız."

"Hangi parkta?"

"Çok fazla soru soruyorsun. Zamanı gelince her şeyi öğreneceksin, acele etme."

Yolda sorun çıkarmayacağına dair verdiği sözü tutmaya hiç niyeti yoktu Aden'in. Kesin kararını vermişti, ilk fırsatta kaçacaktı. Bu kez sandaldaki gibi başarısız olmayacak, çok daha sağlam, güçlü ve akılcı bir plan yapacaktı. Fırsatını bulup yardım istemek için uygun bir an kollayacaktı. Peşlerine düşeceğinden çekinse de bunu yapacaktı, başka çaresi yoktu. Tünelin ucunda ışık görünmüşken bekleyemezdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

16-Takas Kütüphanesi

16 Takas Kütüphanesi Kısa zamanda parktaki insanlarla tanışıp kaynaştı ve arkadaşlarına ufak tefek dövmeler yapmaya başladı. Aden'in ilk denemelerinde iyi işler çıkardığını gören Merve, ücret karşılığında dövme yapmaya başlayabileceğini söyledi ve hangi modelleri yapabileceğini katalogdan tek tek gösterdi. Müşterilerin istediği modeller Aden'in yapabileceği tarzda değil ise Merve'ye haber veriyor, ustası akşamları çadıra gelip geç saatlerde de olsa o müşterilerin dövmesini yapıyordu. Ne var ki müşteri sayısı çok azdı, Aden hiç para kazanamıyordu. Parasızlık canına tak edince sabretmek zor gelmeye başlıyor, 'Buradaki insanların dövme yaptıracak hali mi kalmış, hangi akla hizmet bu işe girdim' diye kendine kızıyordu ama çadır kentte dövmecilik yapılmayacağını bile bile sırf mesleği öğrenmek için işe başlamıştı ve o anlamda işler tahmin ettiğinden daha iyi gidiyordu, çünkü öğreniyordu. İşinin en iyi tarafı ders çalışmasına engel olmamasıydı. Buna rağmen doğru düz

14-Çarpışma

14 Çarpışma Sosyal Tesisler, Gülhane Parkı Aden Sabahın erken saatlerinde çadırın fermuarını açıp Aden'i uyandırdı. "Günaydın uykucu." Oldukça dinç görünen Zeynep gülümsüyordu. "Günaydın," diye mırıldandı. Güne bu kadar erken başlamaya alışık değildi. "Çok erken değil mi?" "Acele etmeliyiz, birazdan kuyruk başlar." "Ne kuyruğu?" "Kahvaltı tabii ki hadi, biraz hızlı ol." Daha ilk sabahtan uyumsuz görünmemek adına ona hayır demedi ve uyku tulumundan çıktı. Kucağındaki defter ve kalem yere düşünce, "Ne kadar kalın bir defter," dedi Zeynep. "Ne var bunun içinde?" "Önemli şeyler değil." Aden defteri kitapların altına sıkıştırdıysa da Zeynep oradan çıkarıp eline aldı ve kapağını incelemeye başladı. "Günlük mü tutuyorsun?" "Hayır, günlük değil." "O zaman bakmamda sakınca yoktur herhalde." Aden onay verdiğini gösterircesine başını salladığında de

Yarım Adam Romanı Önsöz ve Arkakapak

YARIM ADAM (ARKA KAPAK) Binalardan kaçanların toplandığı Taksim Meydanı mahşer yeri gibiydi. Aden ve İstanbul kalabalığın arasında artçıların geçmesini bekliyorlardı. Kandilli Rasathanesi elli beş saniye süren depremin merkez üssünün İstanbul, şiddetinin yedi virgül beş olduğunu açıklamıştı. Tarihe 2 Nisan İstanbul depremi olarak geçecekti... Deprem modern dünyayı yerle bir ederken Aden'in uyutulduğu taştan beşiği devirdi. Vahşi doğa tarafından yıkılmış, binaları yangın alevlerince yutulmuş, ölümün kol gezdiği İstanbul'da gerçeğin karanlık yüzüne doğru yaptığı yolculuk onu dehşet verici yerlerden geçmek zorunda bıraksa da korkunç bir kâbustan uyanmasını sağladı. Ama hakikati yaşayabileceği yeni bir hayata gözlerini açtığının henüz farkında değildi; çünkü elli beş saniye; yaşadıklarını anlayabilmesi için çok kısa, kaosla tanışmanın şiddetine dayanabilmesi içinse çok uzundu. İstanbul sarsıcı bir filozof ve karanlık bir şairin bedeninde ete kemiğe büründü. O, özgürlük atmosf