Ana içeriğe atla

Yarım Adam Romanı Önsöz ve Arkakapak

YARIM ADAM

(ARKA KAPAK)

Binalardan kaçanların toplandığı Taksim Meydanı mahşer yeri gibiydi. Aden ve İstanbul kalabalığın arasında artçıların geçmesini bekliyorlardı. Kandilli Rasathanesi elli beş saniye süren depremin merkez üssünün İstanbul, şiddetinin yedi virgül beş olduğunu açıklamıştı. Tarihe 2 Nisan İstanbul depremi olarak geçecekti...

Deprem modern dünyayı yerle bir ederken Aden'in uyutulduğu taştan beşiği devirdi. Vahşi doğa tarafından yıkılmış, binaları yangın alevlerince yutulmuş, ölümün kol gezdiği İstanbul'da gerçeğin karanlık yüzüne doğru yaptığı yolculuk onu dehşet verici yerlerden geçmek zorunda bıraksa da korkunç bir kâbustan uyanmasını sağladı. Ama hakikati yaşayabileceği yeni bir hayata gözlerini açtığının henüz farkında değildi; çünkü elli beş saniye; yaşadıklarını anlayabilmesi için çok kısa, kaosla tanışmanın şiddetine dayanabilmesi içinse çok uzundu. İstanbul sarsıcı bir filozof ve karanlık bir şairin bedeninde ete kemiğe büründü. O, özgürlük atmosferinin kara güneşiydi, siyah ışık kaynağını ondan alıyordu. Genç kadının işi zordu; çünkü bir kere onunla esmenin tadını almıştı, ondan vazgeçemiyordu; ya onu yola getirecek ya da yol gösterme niyeti taşımaksızın habersizce esen bu rüzgâr tarafından yoldan çıkarılacaktı...

Evleri yıkıldığı için Gülhane Parkı'nda çadırlarda yaşamak zorunda kalanlar kaostan huzur, hayvandan insan, ölümden yaşam sağabilmeyi öğrendiler ve özgürlüğü felaketin avuçlarından kana kana içmeye başladılar. Ne var ki işadamlarının tarihi yarımada topraklarında gözü vardı. Depremden sonra iktidarı ele geçiren bu işadamları itaat kuvvetlerine turistik bölgeyi depremzedelerden temizleme emri verdi. Gülhane Parkı'nı evi olarak benimseyen depremzedeler kolay kolay teslim olmayacaklardı. Ciddi bir travma geçiren, kaybedecek şeyi kalmamış, öfkeyle dolup taşan ve sayıları her geçen gün daha da artan, neler yapabileceklerini kimsenin tam olarak kestiremediği bu insanlar görülmemiş bir direniş başlattılar.

Bu hareketi başlatan İstanbul bile nasıl bir alevin kıvılcımı olduğunu bilmiyordu...

ÖNSÖZ

Sine-i Okura Dönüş

İstanbul'da meydana gelebilecek şiddetli bir depremden sonra neler yaşanabileceğini göstermeye çalıştım. Hikâyemi anlatabilmemin binlerce yolu vardı. Ben hapsedildikleri yaşam tarzından felaketin kurtarıcı etkisi sayesinde dışarı çıkabilenleri yazmayı tercih ettim; çünkü onların yeni hayatlarında neler yaşayabileceklerini merak ediyordum.

Kalemimi, sahip olduğu konforlu yaşamı depremden sonra yitirdiğinde özgürleştiğini hisseden birinin yaşayacağı değişime odakladım. Yalnız şöyle bir sorun vardı, İstanbul depremi usta kalemlerin bile ödünü patlatacak derecede zor bir konuydu ve ben daha önce hiç kitap yazmamıştım. Ne yayınlamış makalem ne de öyküm vardı. Üstelik lisede derslerde soğutulduğum edebiyata hep mesafeli yaklaşırdım. Edebiyattan anlamasam da yazar olabilecek kadar yetenekli miydim bilmiyordum; ama yazmak zorundaydım; çünkü yaşayamıyor ve bu hayata katlanamıyordum. Anlatmam gereken büyük bir kavgam vardı, işte bu yüzden yazdım.

Tecrübesizdi ellerim, hayal gücümle kavradım kalemi ve gerçekleri kitaplardan değil, yaşam dolu sokaklardan, insanlardan ve ölüm dolu enkazlardan damıttım.

Kalemimi Boğaz'ın sularından çektiğim vahşi doğanın evcilleştirilemeyen mürekkebiyle doldurup neler mi karaladım? Aslında ben sadece hakikati Boğaziçi'ndeki bir anaforda beliren yansımasından takip etmeye çalıştım; yazı, onun peşinde koştururken ardımda bıraktığım izden başka bir şey değildi.

Birdenbire yakalamıştım içimdeki sesi ve büyük bir hevesle ne varsa dökmeye başladım kâğıda. Distopyadan açılan yoldan ütopyaya ulaşmaya çalışanların zorlu yolculuklarını yazarken sanki ben de oradaydım. Onlar kazma kürekle, ben kalemimle kazdım enkazların altını. Aynı yangınlar sardı etrafımı ve aynı çığlıklarda yaşadım o korkunç yıkımı. Felaketle bağ kurup toz bulutlarının arasında aradım kendimi. Anladım ki benim hikayem İstanbul'un yıkılmış halinde saklıymış; enkaz araları, karanlık dehlizleri, ıssız sahilleri, işgal edilen parkları ve çıkmaz sokaklarından özgürlüğe açılan yolları benim ilham tarlalarımmış.

Yaşayarak tırpanladığım hayat denen ürünü yazarak ayıklamaya başladığımda iyinin içindeki kötüden, doğrunun içindeki yanlıştan, güzelin içindeki çirkinden değil, mutluluk arayışını yok eden hakikat düşkünlüğünden kurtarıyordum kendimi.

Yedi yıl gece gündüz çalışıp yazdıktan sonra kitabıma yayıncı bulamayınca gerçek bir travma yaşadım. Mesleğimi bırakmış sayılırdım, gelirim kalmamıştı. Bakmakla yükümlü olduğum bir ailem vardı ve ne yapıp edip kitabımı yayınlatmalıydım; ama ne yaptıysam olmadı. Yazarın popülerliğine metinden daha fazla değer veriliyor, yayıncılar dosyayı bile okumuyorlardı. Baktım ki ne yapsam olmuyor, büyük yayıncılarımızı protesto edip sine-i okura döndüm ve romanın bölümlerini 02.06.2018 tarihinden itibaren sosyal medyada yayınlamaya başladım. Hiçbir aracıya ihtiyaç duymadan eserimi doğrudan okura ulaştırmıştım, kitabımın geleceğine yayıncılar değil okurun kendisi karar verecekti.

Okura dönmek hayatımın dönüm noktası oldu. Beklediğimin üstünde bir ilgiyle karşılaştım. Kitap kulüplerinde eserden bahsediyorlar, olumlu yorumlar yazıyor ve bölümleri kendi sayfalarında paylaşıyorlardı. Eserim kitap olarak basılmamıştı ama kulaktan kulağa yayılmaya başlamıştı. Kitabımın editörlüğü anonimdi, gücünü buradan alıyordu ve bir kavgası vardı, üstelik bu sadece benim kavgam değildi.

Umarım bundan sonra hangi roman taslağının kitap olup raflara gireceğine ve kimlerin yazar olacağına piyasa koşulları ve popüler kültür değil, ham edebiyatı doğrudan doğruya okuma imkânı bulan yaratıcı okurlar karar verir.

Bu kitabın yaratıcı okurları umarım adınız her daim kitapla birlikte anılır.

Yorumlar:

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

16-Takas Kütüphanesi

16 Takas Kütüphanesi Kısa zamanda parktaki insanlarla tanışıp kaynaştı ve arkadaşlarına ufak tefek dövmeler yapmaya başladı. Aden'in ilk denemelerinde iyi işler çıkardığını gören Merve, ücret karşılığında dövme yapmaya başlayabileceğini söyledi ve hangi modelleri yapabileceğini katalogdan tek tek gösterdi. Müşterilerin istediği modeller Aden'in yapabileceği tarzda değil ise Merve'ye haber veriyor, ustası akşamları çadıra gelip geç saatlerde de olsa o müşterilerin dövmesini yapıyordu. Ne var ki müşteri sayısı çok azdı, Aden hiç para kazanamıyordu. Parasızlık canına tak edince sabretmek zor gelmeye başlıyor, 'Buradaki insanların dövme yaptıracak hali mi kalmış, hangi akla hizmet bu işe girdim' diye kendine kızıyordu ama çadır kentte dövmecilik yapılmayacağını bile bile sırf mesleği öğrenmek için işe başlamıştı ve o anlamda işler tahmin ettiğinden daha iyi gidiyordu, çünkü öğreniyordu. İşinin en iyi tarafı ders çalışmasına engel olmamasıydı. Buna rağmen doğru düz

4.Bölüm:Çırpınış

4 Çırpınış Kendine geldiğinde gözleri, elleri ve ağzı bağlıydı. Dalgalanan zemin, kürek sesi ve burnuna dolan deniz kokusu... Sandalda olmalıydı. Bilincini kaybetmeden önce İstanbul'un, "İşte şimdi tamamen elimdesin," dediğini hatırladı. Kaçırılmıştı. İnleyerek sesini duyurmaya, sağa sola dönerek bağlarından kurtulmaya çalışırken bir el omzundan yakalayıp onu durdurdu. "Demek uyandın." İstanbul'un sesiydi bu. "Aden bana güvenmelisin. Bunu senin iyiliğin için yapıyorum." Aden durmadı, bağlarından kurtulmak için sağa sola dönmeye devam etti. Neden kaçırıldığını, nereye götürüldüğünü ve İstanbul'un ne yapmayı planladığını bilmemek onu dehşete düşürüyordu. Sadece, "Mmmm..." diye iniltiler çıkarabiliyordu. Diliyle ittirip ağzındaki bağı çözmek için uğraştı, ama yaptıklarının hiçbir faydası olmuyordu. Dıştan takma motorlu, eski ve küçük bir sandaldaydılar. Motor arıza verince İstanbul yolun kalan kısmında kürek çekmek zorunda kal