Ana içeriğe atla

4.Bölüm:Çırpınış


4

Çırpınış

Kendine geldiğinde gözleri, elleri ve ağzı bağlıydı. Dalgalanan zemin, kürek sesi ve burnuna dolan deniz kokusu... Sandalda olmalıydı. Bilincini kaybetmeden önce İstanbul'un, "İşte şimdi tamamen elimdesin," dediğini hatırladı. Kaçırılmıştı. İnleyerek sesini duyurmaya, sağa sola dönerek bağlarından kurtulmaya çalışırken bir el omzundan yakalayıp onu durdurdu.

"Demek uyandın." İstanbul'un sesiydi bu. "Aden bana güvenmelisin. Bunu senin iyiliğin için yapıyorum."

Aden durmadı, bağlarından kurtulmak için sağa sola dönmeye devam etti. Neden kaçırıldığını, nereye götürüldüğünü ve İstanbul'un ne yapmayı planladığını bilmemek onu dehşete düşürüyordu. Sadece, "Mmmm..." diye iniltiler çıkarabiliyordu. Diliyle ittirip ağzındaki bağı çözmek için uğraştı, ama yaptıklarının hiçbir faydası olmuyordu.

Dıştan takma motorlu, eski ve küçük bir sandaldaydılar. Motor arıza verince İstanbul yolun kalan kısmında kürek çekmek zorunda kalmıştı. Aden'in hareketleri sandalı sallıyor ve kürek çekmeyi zorlaştırıyordu. İstanbul çok yorulmuştu, bir de bununla uğraştığı için sinirlendi. "Şunu sallamayı kes! Açık denizdeyiz. Kıpırdanıp durmaya devam edersen sandal devrilir, ikimiz de denizin dibini boylarız."

Aman Allah'ım dedi içinden. Şu an gözlerinin ardına kadar açılmasını engelleyen tek şey göz bandıydı. Normal bir şey söylüyormuş gibi denize düşeceklerinden bahsetmesi kanını dondurmuştu; çünkü yüzme bilmiyordu. Duyduklarından sonra bir daha hiç kıpırdamamaya karar verdi ve ensesindeki şiddetli ağrıya rağmen gıkı çıkmadı. Aden için böyle bir anda kıpırdamadan nefesini tutup beklemek hayatında yaptığı en güç şeylerden biriydi.

"Beni dinlemen ve bu iş bitene kadar bana güvenmen gerekiyor." Sesini biraz yumuşatmıştı. "Benden korktuğunu biliyorum. Sözlerimi dinlersen korkmana gerek kalmayacak ve zamanla beni anlayacaksın. Seninle anlaşabileceğimizi düşünüyorum, ama bu kez de kafanın dikine gider ve beni dinlemezsen olacaklardan sen sorumlu olursun."

Sandal sallandıkça Aden'in ensesindeki ağrı şiddetlendi ve zonklamaya başladı. Zorlanınca başını biraz yana çevirip yaralanan kısma ağırlığını vermemeye çalıştı, bu onu biraz olsun rahatlattı.

"Bak Aden, eğer boşa zaman kaybettiğimi hissettirirsen başına neler geleceğini bilmek dahi istemezsin."

Aden kendini suçluyordu: 'Akılsız kafam, tehlikeli biri olduğu o kadar belliydi ki... Ne diye uğraştım böyle bir adamla? Kimse kim, bana ne? Hayatımı kurtardı diye değer mi yani?'

Şehri yerle bir eden depremden kurtulmasına rağmen, ailesinin durumunu bile öğrenemeden böyle bir psikopatın eline düştüğü için kendine kızsa da dişini sıkıp kıpırdamadan durmaya devam etti ve düşüncelerini kurtulmaya odaklayıp sakinleşmeye çalıştı. Hiçbir şey yapmadan kaderine razı gelecek değildi, bir şekilde kurtulmanın yolunu bulacaktı. Öncelikle ellerini çözmesi gerekiyordu. Fark ettirmeden bileklerindeki bağı gevşetmeye başladı.

"Seninle işim bitene kadar uslu durursan sorun yaşamazsın. Beni iyice anladın mı?"

İşim bitene kadar mı diye içinden tekrar etti duyduklarını. Az kaldı, ha gayret, birazdan bu bağlardan kurtulacaksın, sabret diye kendini motive etmeye çalışırken yüreğini ölümün pençesi sıkıştırıyor, kalbi korkudan deli gibi atıyordu. Son düğümü de çözdüğünü fark edince biraz olsun rahatladı. Harekete geçmeden önce kıyıya ne kadar uzakta olduklarını öğrenmeliydi. Gözündeki bağı İstanbul'un fark edemeyeceği kadar araladı ve bir gözü onun üzerindeyken başını biraz kaldırıp nerede olduklarını anlamaya çalıştı. Yerlerini tespit etmeye yarayacak en ufak bir ipucunu dahi kaçırmak istemiyordu. Birkaç ışık görünce karaya yakın olduklarını anladı ve gözündekini yavaşça indirip eski konumuna döndü.

İçi rahatlamıştı. Planını gözden geçirdi; aniden İstanbul'un üzerine atılıp onu denize düşürecekti; ancak çok dikkatli olması gerekiyordu. Eğer sandal devrilir, kendisi de denize düşerse İstanbul'a gerek kalmadan kendi ipini çekmiş olacaktı. Sandalı ele geçirdikten sonrası da ayrı bir sorundu. Fakat Aden şimdi bunu düşünmek istemiyor, ondan kurtulayım da kıyı uzakta değil, oraya bir şekilde ulaşırım diyordu.

İstanbul kürek çekmeyi bırakıp gömleğinin kollarını sıvadı. Arkasına döndü ve malzeme kutusunu açmaya çalıştı ama uzanamadı. Çok gergin görünüyordu. Ayağa kalktı, sandalın kenarına oturdu ve geriye dönüp, iyice eğilerek kutuda bir şey aramaya başladı. Fırsat ayağıma geldi diye sevinen Aden göz bağını çaktırmadan biraz daha gevşetti, artık çok daha rahat görüyordu. Aradığını bir türlü bulamayan İstanbul söylenmeye başladı. Hâlâ arkası dönüktü ve alet kutusuna doğru iyice eğilmiş durumdaydı. Üstelik sandalın tam kenarında duruyordu ve neredeyse aşağı düşecekti. Aden tam zamanı deyip ayaklarını geriye çekti ve elleriyle zeminden destek alarak yavaşça doğruldu. Nefes bile almadan birkaç saniye bekledikten sonra üzerine sıçradı ve onu tüm gücüyle denize itti.

İstanbul hazırlıksız yakalanmıştı, kendini aniden denizde buluverdi. Aden hızlıca ağzındaki bandı çıkarıp küreklerin başına geçti. Etrafına baktığında Kaşık Adası'na çok yakın olduklarını gördü, ne var ki kürekleri tutmayı bile beceremedi.

"Eşek ölüsü gibi mübarek, bu iş ne kadar zormuş!"

Uzaklaşamadı, sandal olduğu yerde duruyordu. İstanbul'un denizin yüzeyinde beliren bedeniyle paniğe kapıldı; panik onu İstanbul'dan önce ele geçirmişti. Hızla yüzerek bir iki kulaçta sandala yetişen İstanbul'un yukarı çıkmasına izin veremezdi. Küreklerden birini zor bela yukarı kaldırıp tüm gücüyle kafasına geçirdi. İstanbul aldığı darbeyle kan içinde kaldı ve inleyerek uzaklaştı.

Bu zifiri karanlıkta denizin ortasında öylece kalakalmıştı. Bağırıp yardım istiyordu ama Kaşık Adası yerleşime açık olmadığından onu duyacak kimse olduğunu sanmıyordu. Burgazada kıyılarında birileri olsa bile duyma mesafesinde değillerdi. Aden bunları kara kara düşünürken o esnada sandala gelen darbeyle sarsıldı. İstanbul yukarı çıkmak için hamle yaptığında başından sızan kan yüzünü kaplamıştı, korkunç görünüyordu. Aden can havliyle diğer küreğe sarılıp ikinci kez vurmak istedi; ama bu kez ıskaladı. İstanbul küreği yakaladığı gibi onu kendisine doğru öyle güçlü çekti ki Aden dengesini kaybetti ve neredeyse denize düşecekti.

"Lanet olsun!"

Artık ikisi de sandaldaydı. Yukarı çıkmasını engelleyemediği İstanbul sırılsıklamdı ve soğuktan titriyordu. Hemen soyunmaya başladı. Pantolonu hariç üstündekileri atletine kadar çıkardı ve sandaldaki eski püskü balıkçı kazağını giyip ısınmaya çalıştı. Aden'in karşısına geçip oturduğunda dudaklarının titremesi bir nebze azalmıştı. Gözkapaklarına dolan kanı, titreyen elleriyle temizledikten sonra Aden'i karanlık bakışlarla süzmeye başladı.

İstanbul başını yana eğip eliyle yarasını kapattıktan sonra, "Uğraştıracağını tahmin etmeliydim," dedi.

Kısa süre sonra biraz daha ısındı. Uzanıp yerdeki ipi aldığında gülümsemeye başladı. Gözlerini Aden'in üzerinde gezdirdi. Aden'in karşı koyacak gücü yoktu, bunu ikisi de iyi biliyordu.

Sinsice gülerek, "Demek elimden kurtulabileceğini sandın," dedi. "Gerçekten de benden kaçabileceğine inandın mı?"

"Ya, sorma gitsin," diye karşılık verdi Aden.

"Sırada ne var?" dedi İstanbul kollarını kavuşturarak. "Hadi devam et, tüm hünerlerini göster." Suratına dik dik baktı. "Kafama bu kez neyi geçirmeyi planladığını çok merak ediyorum."

Duyduklarından sonra Aden'in kafası attı ve "Manyak mısın nesin sen, ben sana ne yaptım?" diye bağırdı.

Aden'in gözü yine küreğe takılmıştı. İstanbul onun neye baktığını gördü. "Eğer o küreğe tekrar dokunacak olursan elini kırarım."

Ondan kurtulması mümkün değildi. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu Aden'le. Başına küreği yemesi ve sırılsıklam olması nefretini azdırmaktan başka işe yaramamıştı. İstanbul'un içindeki son acıma duygusunu da kendi elleriyle yok ettiğini düşünüyordu. "Lütfen bırak beni," diyerek bu kez ılımlı olmaya çalıştı. "Sana hiç zararım olmaz. Ne yaptıysam kurtulmak için yaptım. Kim olsa aynı şeyi yapardı. Hem, sen beni ne diye kaçırdın ki?"

"Baş belası olmak zorunda değilsin Aden." Pis pis sırıttıktan sonra ayak bileğinden sertçe tutup kendine çekti. "Uslu durup sorun çıkarmazsan sana bir zararım olmaz demiştim. Bir şans vermek istedim, peki, sen ne yaptın?"

"Ne yapıyorsun?" diye sordu Aden panik içinde. İstanbul onun tepinmelerini bertaraf ederek ipi ayağına bağlamaya çalışıyordu. "Bırak beni," diye bağırdı ve onu tekmelemeye başladı.

İstanbul hâlâ tam olarak ısınamamıştı, ellerinin titremesi devam ediyordu. "Neyse Buna gerek yok artık." Onu bağlamaktan vazgeçip ipi bıraktı ve etrafına baktı. "Yeterince açıkta sayılırız."

"Lütfen bırak beni."

"Merak etme, şimdi seni bırakacağım. Hızlı yüzersen iyi olur, çünkü su çok soğuk."

Duyduklarından sonra kan beynine sıçradı. "Ne diyorsun İstanbul? Beni denize mi atacaksın? Lütfen saçmalama da bırak artık beni. Ben yüzme bilmiyorum."

"Bakalım, sana yardım edecek kimse çıkacak mı?" dedi acımasızca. "Bana kalırsa bu karanlıkta seni kimse göremez, yani pek vaktin kalmadı."

Aden paniklemiş ve nefes almakta güçlük çekmeye başlamıştı. "Sakın bunu yapma," diye yalvarırken Aden'in gözlerinden yaşlar süzülüyordu, İstanbul'un ise yüzü buz gibiydi. "Lütfen, yüzme bilmiyorum."

"Bilip bilmediğin şimdi anlaşılır. Umarım yalan söylüyorsundur; yoksa kıyıya ulaşamazsın."

"Lütfen bırak gideyim. Kimseye bir şey söylemem. Yalvarırım bırak beni."

"Yüzebilirsen kurtulursun. Kıyı çok uzak değil."

"Lütfen dur. Yemin ederim ki yüzme bilmiyorum. Bunu sakın yapma," diye ne kadar uğraşsa da İstanbul'un onunla göz göze gelmemeye çalıştığını fark etti. Denize atacağından emindi artık. Kollarını kavradığında itişmeye başladılar. Gücü tükeninceye kadar direndi. "İmdat! Yardım edin," diye attığı çığlıklar geceyi yırtarken İstanbul'un rahat tavırları ve vicdansızlığı Aden'i iyice korkutmaya başlamıştı.

"Kalbin küflenmiş senin," diye bağırıp ağzına ne gelirse söylemeye başladı. İstanbul onu tuttuğu gibi, "Dur, hayır, yapma," diye bağırmasına aldırış etmeden bir hamlede denize fırlattı.

Buz gibi suyla bedeni şoka girdi. Panik içinde çırpınıyordu; ağzından burnundan taşan deniz suyu onu boğarak öldürmeye başlamıştı bile. İstanbul nefret dolu ölümcül bakışlarla seyrediyordu. Sandal sadece birkaç metre ileride olmasına rağmen uzanıp tutunamıyordu. Genzine dolan suyla öğürürken daha fazlasını yuttu. Deniz onu ölümün dipsiz karanlığına çekiyordu, son gücüyle çırpınarak birkaç kez yüzeye erişti ve kurtarması için yalvaran gözlerle baktı ama İstanbul kılını bile kıpırdatmadan donuk bakışlarla izledi.

Deniz Aden'i dibe doğru öyle güçlü çekmeye başlamıştı ki yapacak hiçbir şey olmadığını anlayan Aden kendini çaresizce ölümün kollarına bıraktı ve acısının dineceği anın gelmesini bekledi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

16-Takas Kütüphanesi

16 Takas Kütüphanesi Kısa zamanda parktaki insanlarla tanışıp kaynaştı ve arkadaşlarına ufak tefek dövmeler yapmaya başladı. Aden'in ilk denemelerinde iyi işler çıkardığını gören Merve, ücret karşılığında dövme yapmaya başlayabileceğini söyledi ve hangi modelleri yapabileceğini katalogdan tek tek gösterdi. Müşterilerin istediği modeller Aden'in yapabileceği tarzda değil ise Merve'ye haber veriyor, ustası akşamları çadıra gelip geç saatlerde de olsa o müşterilerin dövmesini yapıyordu. Ne var ki müşteri sayısı çok azdı, Aden hiç para kazanamıyordu. Parasızlık canına tak edince sabretmek zor gelmeye başlıyor, 'Buradaki insanların dövme yaptıracak hali mi kalmış, hangi akla hizmet bu işe girdim' diye kendine kızıyordu ama çadır kentte dövmecilik yapılmayacağını bile bile sırf mesleği öğrenmek için işe başlamıştı ve o anlamda işler tahmin ettiğinden daha iyi gidiyordu, çünkü öğreniyordu. İşinin en iyi tarafı ders çalışmasına engel olmamasıydı. Buna rağmen doğru düz

Yarım Adam Romanı Önsöz ve Arkakapak

YARIM ADAM (ARKA KAPAK) Binalardan kaçanların toplandığı Taksim Meydanı mahşer yeri gibiydi. Aden ve İstanbul kalabalığın arasında artçıların geçmesini bekliyorlardı. Kandilli Rasathanesi elli beş saniye süren depremin merkez üssünün İstanbul, şiddetinin yedi virgül beş olduğunu açıklamıştı. Tarihe 2 Nisan İstanbul depremi olarak geçecekti... Deprem modern dünyayı yerle bir ederken Aden'in uyutulduğu taştan beşiği devirdi. Vahşi doğa tarafından yıkılmış, binaları yangın alevlerince yutulmuş, ölümün kol gezdiği İstanbul'da gerçeğin karanlık yüzüne doğru yaptığı yolculuk onu dehşet verici yerlerden geçmek zorunda bıraksa da korkunç bir kâbustan uyanmasını sağladı. Ama hakikati yaşayabileceği yeni bir hayata gözlerini açtığının henüz farkında değildi; çünkü elli beş saniye; yaşadıklarını anlayabilmesi için çok kısa, kaosla tanışmanın şiddetine dayanabilmesi içinse çok uzundu. İstanbul sarsıcı bir filozof ve karanlık bir şairin bedeninde ete kemiğe büründü. O, özgürlük atmosf