Ana içeriğe atla

6-Yeniden Doğuş

6

Yeniden Doğuş

İstanbul kapıya vurmadan içeri girdi. Aden onu görür görmez kıyafetlerini sordu bir kez daha.

"Yeni hayatına eski ve temiz şeyler giyerek başlayacaksın."

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"Eğitim başlıyor Aden. İstersen iç çamaşırlarını ve yeni kıyafetlerini getirebilirim."

"Temiz şeyler giymeden önce benim acilen banyo yapmam lazım."

"Yap, seni tutan mı var?"

Bedeni tuzlu suyla kaplıydı, saçları topak topak olmuştu. Ne olursa olsun hemen duşa girmek istiyordu. "Sıcak su, temiz havlu falan var mı?"

"Az önce kullandığımı banyoda bıraktım," diye yanıtladı. "Başka var mı bilmem."

Doğruca banyoya gitti. Şampuan hariç her şey vardı. Dolapta ağrı kesici bile bulmuştu, bir tane ağzına attı ve çeşmeden avcuna aldığı suyla yuttu. Şampuan bulmak için çekmeceleri karıştırırken üst çekmecedeki silahı gördü. 'Bu da ne, silahı mı var bunun?' Paniğe kapıldı. 'Banyo yaparken çıkarmış, sonra da unutmuş olmalı, hatırlarsa geri döner' diye düşünerek kapıyı kilitlemek istedi, üstünde anahtar yoktu. Silahı eline alıp neler yapabileceğini düşündü. Silahlardan az çok anlardı. Babasının ruhsatlı silahıyla yazları kampta oldukları sırada ormanlık araziye çıkıp çok defa atış talimi yapmışlardı. Ne olursa olsun b u silahla İstanbul'u tehdit etmeye kalkışmayacaktı. Bir insana asla ateş edemezdi. Onu korkutmaya çalışırsa İstanbul'un silahı elinden alıp ona kötü bir şey yapma ihtimali çok yüksekti, bu riske giremezdi. Şarjördeki mermileri tek tek çıkartmaya başladı. Tüm şarjörü boşalttıktan sonra belki mermi kalmıştır diye silahın ağzını kontrol etti. Boş olduğundan emin olduktan sonra silahı yerine koydu, mermileri de pantolonun cebine doldurdu.

Belki kimliğini bulurum diye çekmeceyi yeniden kontrol etti. Cüzdana takıldı gözü. İçine baktı, kimlik yerine iki fotoğraf buldu. Cüzdanları değiştirirken yanına aldığına göre fotoğraftakiler önemli olmalıydı. Biri elli beş altmış yaşlarında bir adama aitti, büyük ihtimalle babasıdır dedi. Diğer fotoğrafta genç bir kız vardı; düzgün fizikli, güzel bir kızdı, muhtemelen İstanbul'un sevgilisiydi. Böyle güzel bir sevgilisi olan biri nasıl olur da kendini ölü gösterir diye aklından geçirirken cüzdanı silahın yanına koyup çekmeceyi kapattı.

Aynanın önündeki diş fırçasının tellerini parmağıyla kontrol etti, ıslaktı, belli ki daha yeni kullanmıştı. Suya tutup iyice yıkadı. Dişleri öyle berbat durumdaydı ki diş fırçasının başkasına ait olduğunu umursamadan macunu sürüp yavaş yavaş fırçalamaya başladı. Biraz fırçaladıktan sonra midesi ağzına geldi, öğürecek gibi olunca tükürdü ve ağzını çalkaladı.

Suyu açtı, ısınmasını beklerken kıyafetlerini üstünden sıyırıp dolabın gözüne koydu. Su çabuk ısınmış, banyoyu hemen buhar kaplamıştı. Duşa girdi. Sabunu eline aldığında az öncekine benzer duygular hissetti ve aynı sabunu onun da kullanmış olacağını düşünerek suyun altına tuttu. Sabunun iyice temizlendiğine kanaat getirince hızlı hızlı saçlarına sürmeye başladı. Sıcak suyun etkisiyle; vücudunu kaplayan deniz tuzundan, depremden beri tenine sinmiş durumdaki enkaz tozundan, her yanına bulaşan kan izlerinden ve kirden kurtulmak onu rahatlatıp canlandırdı. Köpükleri göğüslerine, karnına, bacaklarına yavaşça dağıtırken teni karıncalandı, kendini birkaç gün önceki genç kız gibi değil de felaketin tecrübesiyle aniden olgunlaşan bir kadın gibi hissetti.

Su çok sıcak gelmeye başlayınca elektrikli şofbenin ayarını üçüncü seviyeden önce ikiye, yetmeyince de bire düşürdü. Elektrik kesildi. Su birden soğumuştu. Musluğu kapatıp birkaç kez İstanbul'a seslendi.

İstanbul kapıya kadar geldi. "Ne var neden çağırdın?"

"Elektrik kesildi, sabunlu kaldım burada."

"Jeneratördendir... Bir dakika, şofbenin ayarlarıyla oynadın mı?"

"Seviyesini düşürecektim."

"Aferin, sigortayı attırmışsın. Biraz bekle, düzeltmeye gidiyorum."

Birkaç dakika öyle sabunlu bekledikten sonra İstanbul döndü. "Bak bakalım, çalışıyor mu?"

Şofbenin ışıkları yanıyordu. Aden suyu açıp bekledi ve kontrol etti, ısındığından emin oldu. "Tamam, düzeldi, teşekkür ederim."

Aden durulanıp duştan çıktı ve hızlıca kurulandı. Havluyu dolabın üstüne bıraktı. Pantolonun bir paçasına ayağını sokup bacağına doğru çektikten sonra diğerini de dizlerine kadar çekmişti ki İstanbul her seferinde yaptığı gibi kapıyı vurmadan içeriye daldı. Hazırlıksız ve beklemediği bir şekilde yakalandığı anda, elleri ile pantolonunu beline çekmek için hafiften öne bükülmüş belini sağa sola kıvırırken üstü halen çıplaktı. Pantolonu bıraktı ve bir hamlede elleriyle göğüslerini kapattı ama birkaç saniyeliğine de olsa onu çıplak görmesini engelleyemedi. En azından pantolonun cebindeki mermiler ortalığa saçılmamıştı.

Ayakta zor duruyordu. "Sen ne yaptığını sanıyorsun? Giyindiğimi görmüyor musun?" diye bağırırken dizindeki pantolon hareket etmesini engellediği için neredeyse düşecekti.

İstanbul'un kucağı kıyafetle doluydu ve gözlerinde muzip bir ışıltı vardı. Umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Camdan kaçıyor da olabilirdin, öyle değil mi? Hem bunlar daha önce görmediğim bir şey değil," dedi gülümseyerek.

Aden kaşlarını çattı. "Müsait değilim, görmüyor musun? Çıkar mısın lütfen?" İstanbul dolabın üstünden havluyu aldı ve arkası dönük bir halde ona uzattı. "En azından içeri girerken seslenebilirsin," derken havluyu sinirli bir şekilde onun elinden alıp sıkıca vücuduna sardı.

Biraz bekledikten sonra, "Dönebilir miyim?" diye sordu. "Evet," demesi üzerine İstanbul ona döndü ve kucağında getirdiklerini uzatıp, "Al, bunlar senin," dedi.

"Senin karşında giyinecek değilim. Banyodan hemen çıkar mısın?"

"Ben senin oda hizmetçin miyim ki gel deyince gelip git deyince gideyim."

"Zahmet olmazsa bir daha içeri girmeden önce kapıya vur. Tutsağın olmam kadın olduğum gerçeğini değiştirmez."

"Konuşup duracağına üstünü giyin," diye emretti.

"Nedir bunlar, yoksa çöpten mi topladın?" diye tersledikten sonra Aden kıyafetlere biraz daha dikkatli baktı. "Aman Allah'ım bu paçavraları giyeceğimi mi zannediyorsun?"

İstanbul çok sinirlendi. "Giymek istemiyorsan çöpe at gitsin," dedikten sonra elindekileri sinirle yere fırlattı.

Aden az önce ona söylediklerinden pişmanlık duydu. Durumu kurtarmak için hemen yere eğilip pantolon, eşofman ve kazaktan oluşan kıyafetleri toplamaya başladı. Bu arada İstanbul çekmeceyi açtı. 'Demek asıl derdi buydu' diye aklından geçirdi Aden. İstanbul'un arkası dönüktü, gizlice silahı alıp beline taktı ve üstünü gömleğiyle kapattıktan sonra cüzdanı da pantolonun arka cebine koydu ve tehdit dolu bir bakış atıp hiçbir şey söylemeden çıktı.

Aden onun ne yaptığını görmemiş gibi davranmıştı. Getirdiği kıyafetlere baktı. Onu rahatsız eden asıl şey çocukken giydiği ucuz kıyafetlerden olmaları değildi, İstanbul'un bu yoklukta bunları bulup getirmesinin büyük bir incelik olduğunu bile düşünüyordu; onun asıl derdi tutsak olmasıydı. İç çamaşırlarını görmüş olmasına da kızmıştı; bundan çok utanan Aden keşke daha sakin bir şeyler giyseydim diye geçirdi içinden. Neyse ki İstanbul umursamaz görünmüştü, yoksa bunu kafasına iyice takacaktı.

İstanbul şimdiye kadar ona kötü bir şey yapmaya yeltenmemişti. 'Peki, bu adam ne diye beni kaçırıp da kimsenin olmadığı bir adaya getirdi' diye sordu kendisine. Onu kaçırmasına gerek yoktu ki. Tamam, kim olup olmadığıyla biraz fazla ilgilenmişti ama gerçek kimliğini bile bilmiyordu. 'Böyle bir kargaşada polise gidip olanları anlatsam bana gülerler herhalde. O halde beni ne diye kaçırdı bu?' Tanıdığı andan itibaren her hareketiyle şaşırtan, bugüne kadar gördüğü en kafa karıştırıcı bu adam belki de hastaydı. Ona gereksizce çok sert davrandığını düşündü. Onu kaçırıp zorla alıkoyan birinden af dileyecek değildi, ama bir özür borçluydu, sonuçta adam hayatını kurtarmıştı.

Hızlıca giyindi ve odaya döndü. İstanbul ona bakıyordu. "Kıyafetler yüzünden söylediklerim için kusura bakma. Asıl derdim beni burada zorla tutman ve ailemin durumunu öğrenmeme izin vermemendi. Bak, gerçekten de bu katlanılmaz bir acı veriyor. Beni daha ne kadar burada tutacaksın?"

"Belli değil."

"Kaçarım. Bir yolunu bulur, kaçarım."

İstanbul'un gözlerindeki alayın yerini kontrol altında tutmakta zorlandığı öfkesi aldı. "Bu işi hiç uzatmamalıydım."

"Bana bak!" dedi Aden. "Ben belirsizliği hiç sevmem. Beni öldüreceksen hemen öldür, ikimiz de kurtulalım bu saçmalıktan."

Ne yapacağını düşünen İstanbul'un gözleri Aden'in yüz hatlarında dolaştı bir süre. "Beni anlamıyorsun Aden Güney; ben seni zaten öldürdüm."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

16-Takas Kütüphanesi

16 Takas Kütüphanesi Kısa zamanda parktaki insanlarla tanışıp kaynaştı ve arkadaşlarına ufak tefek dövmeler yapmaya başladı. Aden'in ilk denemelerinde iyi işler çıkardığını gören Merve, ücret karşılığında dövme yapmaya başlayabileceğini söyledi ve hangi modelleri yapabileceğini katalogdan tek tek gösterdi. Müşterilerin istediği modeller Aden'in yapabileceği tarzda değil ise Merve'ye haber veriyor, ustası akşamları çadıra gelip geç saatlerde de olsa o müşterilerin dövmesini yapıyordu. Ne var ki müşteri sayısı çok azdı, Aden hiç para kazanamıyordu. Parasızlık canına tak edince sabretmek zor gelmeye başlıyor, 'Buradaki insanların dövme yaptıracak hali mi kalmış, hangi akla hizmet bu işe girdim' diye kendine kızıyordu ama çadır kentte dövmecilik yapılmayacağını bile bile sırf mesleği öğrenmek için işe başlamıştı ve o anlamda işler tahmin ettiğinden daha iyi gidiyordu, çünkü öğreniyordu. İşinin en iyi tarafı ders çalışmasına engel olmamasıydı. Buna rağmen doğru düz

Yarım Adam Romanı Önsöz ve Arkakapak

YARIM ADAM (ARKA KAPAK) Binalardan kaçanların toplandığı Taksim Meydanı mahşer yeri gibiydi. Aden ve İstanbul kalabalığın arasında artçıların geçmesini bekliyorlardı. Kandilli Rasathanesi elli beş saniye süren depremin merkez üssünün İstanbul, şiddetinin yedi virgül beş olduğunu açıklamıştı. Tarihe 2 Nisan İstanbul depremi olarak geçecekti... Deprem modern dünyayı yerle bir ederken Aden'in uyutulduğu taştan beşiği devirdi. Vahşi doğa tarafından yıkılmış, binaları yangın alevlerince yutulmuş, ölümün kol gezdiği İstanbul'da gerçeğin karanlık yüzüne doğru yaptığı yolculuk onu dehşet verici yerlerden geçmek zorunda bıraksa da korkunç bir kâbustan uyanmasını sağladı. Ama hakikati yaşayabileceği yeni bir hayata gözlerini açtığının henüz farkında değildi; çünkü elli beş saniye; yaşadıklarını anlayabilmesi için çok kısa, kaosla tanışmanın şiddetine dayanabilmesi içinse çok uzundu. İstanbul sarsıcı bir filozof ve karanlık bir şairin bedeninde ete kemiğe büründü. O, özgürlük atmosf

4.Bölüm:Çırpınış

4 Çırpınış Kendine geldiğinde gözleri, elleri ve ağzı bağlıydı. Dalgalanan zemin, kürek sesi ve burnuna dolan deniz kokusu... Sandalda olmalıydı. Bilincini kaybetmeden önce İstanbul'un, "İşte şimdi tamamen elimdesin," dediğini hatırladı. Kaçırılmıştı. İnleyerek sesini duyurmaya, sağa sola dönerek bağlarından kurtulmaya çalışırken bir el omzundan yakalayıp onu durdurdu. "Demek uyandın." İstanbul'un sesiydi bu. "Aden bana güvenmelisin. Bunu senin iyiliğin için yapıyorum." Aden durmadı, bağlarından kurtulmak için sağa sola dönmeye devam etti. Neden kaçırıldığını, nereye götürüldüğünü ve İstanbul'un ne yapmayı planladığını bilmemek onu dehşete düşürüyordu. Sadece, "Mmmm..." diye iniltiler çıkarabiliyordu. Diliyle ittirip ağzındaki bağı çözmek için uğraştı, ama yaptıklarının hiçbir faydası olmuyordu. Dıştan takma motorlu, eski ve küçük bir sandaldaydılar. Motor arıza verince İstanbul yolun kalan kısmında kürek çekmek zorunda kal