5
Uyanış
Uyandığında yer yatağındaydı. Alelade serilmiş çarşafta yer yer kan lekeleri olduğunu görünce bir sıçrayışta ayağa kalktı. Eli ensesine, ağrıyı hissettiği yere gitti. Biraz şişlik vardı, dokunur dokunmaz elini çekti, canı yanmıştı. Üzerindeki kıyafetlere göz attı, hiçbiri ona ait değildi. Kot pantolon boldu, düşmesin diye tek elini kemerden ayıramıyordu; kemeri en sondaki deliğe kadar sıkmak zorunda kaldı. Pantolonun boyu uzundu, paçaları ayağına dolaştı, eğilip kıvırdı. Gömleği de erkek gömleğiydi ama en kötüsü iç çamaşırlarının olmayışıydı.
Gece olanları hatırlamaya çalıştı. Bir süre çırpınışlarına seyirci kalan İstanbul, boğulmasına ramak kala onu sudan çıkarmış ve kucağında taşıyarak, ormanlık bir yoldan geçip bu eve getirmişti. İstanbul onun ıslak kıyafetlerini çıkarıp üzerini değiştirdiğinde Aden tir tir titriyordu. Onu giydirdikten sonra üstünü örtüp ısınmasını sağlamıştı.
Panik içinde odayı inceledi. Lamba açık bırakılmıştı. Oldukça geniş bir odadaydı. Yerler ahşaptı, duvarlar beton. Camdan dışarı baktı, çevre ağaçlıktı. Adalardan birindeydi ama hangi adada olduklarını anlaması imkânsızdı. Kapıyı yokladı, kilitliydi, panikle yumruklamaya başladı. "Çıkarın beni buradan." Sesi çok cılızdı. Uzun süredir, aç ve susuzdu. Önceki sabah Fındıklı Parkı'nda içtikleri çorbadan sonra hiçbir şey yememişti.
"Orada kimse yok mu? Lütfen biri kapıyı açsın."
Cevap veren çıkmayınca iyice paniğe kapıldı. Odanın içinde çaresizce koşturup durmaya başladı, nefes nefese kalmıştı, pencereyi kontrol etti. Ahşap pencereler eski zamanlarda kullanılan yukarı doğru kaldırılarak açılan türdeydi. Açmak için tüm gücüyle zorladığı çerçeve kalın çivilerle ahşap doğramaya sabitlenmişti, kıpırdatamadı bile. Pencerenin camı ahşap tahtalarla on on iki parçaya bölünmüş, bir insanın sığamayacağı kadar küçük küçük cam bölmelerden oluşuyordu. Sanki cam kırılırsa hayvanlar içeri giremesin diye bu model özel olarak seçilmişti. "Allah'ın belası beni buraya hapsetmiş," diye son gücüyle haykırdı ve olduğu yere çöktü, oda bir kapan gibi üstüne kapanmıştı.
Ayağa kalkıp kendini toparlamaya çalıştı. "İmdat, yardım edin." Sinirle sağa sola vurup, tekmeler atarak bağırıyordu. Çaresizlikten ağlamaya başlamıştı ki anahtarın sesini duydu. Hemen gözyaşlarını silip bir iki adım geri çekildi ve korku içinde bekledi.
İstanbul içeriye girdi. "Boşuna bağırıyorsun, sesini duyurman imkânsız." Yiyecek bir şeyler getirmişti. Tepsiyi yer yatağının yanına bıraktı.
"Neredeyiz biz, beni neden burada tutuyorsun?" Duymazlıktan gelmesine çok sinirlendi. "Sana bir şey sordum, duymadın mı?" dediğinde eli ister istemez ensesine gitti. Bu ağrı geçmek nedir bilmiyordu. "Söylesene, beni buraya neden getirdin?"
"Burası senin yeni evin, alışsan iyi edersin," diye yanıtlarken eğlenir gibi bir hali vardı İstanbul'un. "Bunları senin iyiliğin için yaptım. Keşke başka bir yolu olsaydı ama yoktu."
"Ne iyiliğinden bahsediyorsun sen?" Onun saçmalıklarına karşı sesini çıkarmadan öylece duracak değildi. "İyilikmiş... Bana vurdun, beni bayıltıp elimi gözümü bağlayarak kaçırdın, denize atıp boğulmamı seyrettin, bana işkence ettin ve şimdi de buraya hapsedip ailemden haber almamı engelliyorsun. Söyle bunun neresi iyilik?'' Sinirlenerek dışarıya çıkmak için kapıya yöneldi ama İstanbul önüne geçip durdurdu. Aden ona karşı koymaya çalıştı "Kendini ne sanıyorsun sen? Çekil yolumdan. Beni burada tutamazsın."
"Beni zor kullanmaya mecbur etme Aden. Aynı şeyleri tekrar yaşamayalım."
"Sen hastasın, dışarı çıkmam lazım diyorum sana anlamıyor musun?"
"Benden uzak durman için seni kaç kez uyardım, bu meseleyi kurcalama, senin için kötü olur, demedim mi? Ama sen ne yaptın, işin peşini bırakmadın."
"Artık senin hakkında hiçbir şeyi merak etmiyorum. Lütfen bırak gideyim."
"Bu imkânsız," diye karşılık verdi İstanbul.
"Senden nefret ediyorum. Kıyafetlerim nerede? Onları istiyorum."
"Kurusunlar getiririm. Sakin ol."
"Sakin mi olayım? Beni denize atıp öldürmeye çalışan birinin karşısında nasıl sakin olabilirim?"
"Sanki ben çok mu memnunum olanlardan."
"Neden ölmeme izin vermedin?"
"Ölmeni istediğimi nereden çıkarıyorsun?" Sustu... Derin ve kederli bir düşünce sardı bakışlarının etrafını. "Ben yüzme bilip bilmediğini öğrenmek için seni denize attım."
Sanırım katıksız bir deliyle karşı karşıyayım, diye aklından geçirdi Aden. Söyledikleri çelişkili, birbiriyle ve konuyla ilgisizdi ya da ona öyle geliyordu. "Yüzme bilmediğimi sana söylemiştim."
"Doğru söylediğini kendi gözlerimle görmeliydim. "
"Sen manyak mısın? Beni az daha öldürüyordun."
"Seni öldürmek isteseydim şu an burada olamazdın herhalde. Tam karşımızda yüzerek ulaşabileceğin yakınlıkta bir ada olmasaydı bunu yapmama gerek kalmazdı. Gerçi, bunu yine yapardım; buz gibi suda neler çektiğimi anlaman ve bir daha aynı şeyleri yaptığında başına ne geleceğini öğrenip akıllanman için."
"Sen tam bir hastasın. Karşında biri boğulurken umursamadan izleyebilecek kadar rahatsızsın."
"Yüzerek kaçıp kaçamayacağını anlamak istedim hepsi bu. Neyse artık rahatım. İki kişilik küçük bir adadayız ve dört tarafımız denizle çevrili."
"İki kişilik ada mı?"
"Biliyorsun, Kaşık Adası'nda yerleşim yok. Seni gezintiye çıkarabilirim ama önce ada turunu hak etmen lazım."
Bir an önce bu adamdan kurtulmalıydı. Odanın köşesine çekilip yere oturdu ve başını iki elinin arasına alıp düşünmeye başladı. "Ama beni bırakmak zorundasın, gidip ailemi görmem lazım. O insanlara yazık değil mi? Benim öldüğümü düşünüyorlardır. Bırak gideyim."
"Bu imkânsız."
"Ne tür bir belaya bulaştığını bilmiyorum, beni alıkoyarak suçunu daha da artırıyorsun. Hapislerde çürümek mi istiyorsun? Hem sen böyle birisi değilsin. Beni düşünmüyorsan, bari ailemi düşün, onların ne günahı var? Beni arıyorlardır şimdi, annem herkesi ayağa kaldırmıştır. Gitmem lazım."
"Böyle bir felaket yaşadın ama hiçbir şeyin farkında değilsin, hâlâ eski hayatından bahsedip duruyorsun. Aileni, özel okulları, şımarık arkadaşlarını, pahalı kıyafetleri, AVM'leri ve Moda'yı unut."
Bunu nasıl bilebilir diye aklından geçirdi. "Sen benim özel okulda okuduğumu nereden biliyorsun?"
"Devlet okullarında okumayacağını tahmin etmek zor değil. Eğitime kadar her şeyi satın almaya çalışan bir zihniyetin ürünü olduğun ortada."
"Hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun." Aden çaresizliğin verdiği bıkkınlıkla oturduğu yerde duvara biraz daha yanaştı. Özel bir üniversitede okusa da ilköğretimi devlet okullarında tamamlamıştı ve öğrenimin parayla satın alınmasından nefret ediyordu. Eli ensesine gitti. "Kahretsin hâlâ ne biçim ağrıyor. O kadar sert vurmana gerek var mıydı?"
"Beni buna mecbur eden sendin."
"Bana güvenebilirsin. Hakkında şikâyetçi olmayacağıma ve kimseye seninle ilgili tek kelime etmeyeceğime söz veriyorum, yeter ki beni bırak."
"Kendini boşuna yorma, artık seni bırakamam."
"Bu tam bir delilik! Beni burada tutamazsın."
"Asıl delilik, beni kızdıracak laflar etmen," dedi ve kapıya yöneldi. "Seni cezalandırmak zorunda kalırsam bunu tereddüt etmeden yapacağımı bilmelisin."
"Hey! Dur, bekle. Lütfen gitme, geri dön. Ben burada kalamam."
"İlk günler biraz zor geçecek, zamanla hallolur. Olay sadece alışma meselesi."
"Sen delirdin mi? Ailem ne olacak? Daha onların durumunu bile öğrenemedim. Bari telefon açmama izin ver. Konuşmama gerek yok, iyi olduklarını duysam yeter."
"Hâlâ anlamıyorsun değil mi?"
"Neyi anlamıyorum?"
"Eski hayatın bitti, bu senin için artık yeni bir başlangıç."
Pis pis sırıtması yetmiyormuş gibi bir de kapıyı suratına kapatması Aden'i fena öfkelendirdi. Tüm gücüyle kapıyı yumruklamaya başladı. "Aç şunu Allah'ın cezası. İmdat! Yardım edin. Sesimi duyan yok mu? Lütfen biri beni buradan çıkarsın."
Pencereye gidip başını cama dayadı. Sonra bir adım geri çekilip camdaki aksine baktı. Saçları yapış yapış, yüzü gözü şiş, rengi bembeyazdı. Gücü tükenmişti, ağlamaya başladı ve gözyaşlarıyla birlikte süzülerek duvarın dibine yığılıp kaldı.
Uyanış
Uyandığında yer yatağındaydı. Alelade serilmiş çarşafta yer yer kan lekeleri olduğunu görünce bir sıçrayışta ayağa kalktı. Eli ensesine, ağrıyı hissettiği yere gitti. Biraz şişlik vardı, dokunur dokunmaz elini çekti, canı yanmıştı. Üzerindeki kıyafetlere göz attı, hiçbiri ona ait değildi. Kot pantolon boldu, düşmesin diye tek elini kemerden ayıramıyordu; kemeri en sondaki deliğe kadar sıkmak zorunda kaldı. Pantolonun boyu uzundu, paçaları ayağına dolaştı, eğilip kıvırdı. Gömleği de erkek gömleğiydi ama en kötüsü iç çamaşırlarının olmayışıydı.
Gece olanları hatırlamaya çalıştı. Bir süre çırpınışlarına seyirci kalan İstanbul, boğulmasına ramak kala onu sudan çıkarmış ve kucağında taşıyarak, ormanlık bir yoldan geçip bu eve getirmişti. İstanbul onun ıslak kıyafetlerini çıkarıp üzerini değiştirdiğinde Aden tir tir titriyordu. Onu giydirdikten sonra üstünü örtüp ısınmasını sağlamıştı.
Panik içinde odayı inceledi. Lamba açık bırakılmıştı. Oldukça geniş bir odadaydı. Yerler ahşaptı, duvarlar beton. Camdan dışarı baktı, çevre ağaçlıktı. Adalardan birindeydi ama hangi adada olduklarını anlaması imkânsızdı. Kapıyı yokladı, kilitliydi, panikle yumruklamaya başladı. "Çıkarın beni buradan." Sesi çok cılızdı. Uzun süredir, aç ve susuzdu. Önceki sabah Fındıklı Parkı'nda içtikleri çorbadan sonra hiçbir şey yememişti.
"Orada kimse yok mu? Lütfen biri kapıyı açsın."
Cevap veren çıkmayınca iyice paniğe kapıldı. Odanın içinde çaresizce koşturup durmaya başladı, nefes nefese kalmıştı, pencereyi kontrol etti. Ahşap pencereler eski zamanlarda kullanılan yukarı doğru kaldırılarak açılan türdeydi. Açmak için tüm gücüyle zorladığı çerçeve kalın çivilerle ahşap doğramaya sabitlenmişti, kıpırdatamadı bile. Pencerenin camı ahşap tahtalarla on on iki parçaya bölünmüş, bir insanın sığamayacağı kadar küçük küçük cam bölmelerden oluşuyordu. Sanki cam kırılırsa hayvanlar içeri giremesin diye bu model özel olarak seçilmişti. "Allah'ın belası beni buraya hapsetmiş," diye son gücüyle haykırdı ve olduğu yere çöktü, oda bir kapan gibi üstüne kapanmıştı.
Ayağa kalkıp kendini toparlamaya çalıştı. "İmdat, yardım edin." Sinirle sağa sola vurup, tekmeler atarak bağırıyordu. Çaresizlikten ağlamaya başlamıştı ki anahtarın sesini duydu. Hemen gözyaşlarını silip bir iki adım geri çekildi ve korku içinde bekledi.
İstanbul içeriye girdi. "Boşuna bağırıyorsun, sesini duyurman imkânsız." Yiyecek bir şeyler getirmişti. Tepsiyi yer yatağının yanına bıraktı.
"Neredeyiz biz, beni neden burada tutuyorsun?" Duymazlıktan gelmesine çok sinirlendi. "Sana bir şey sordum, duymadın mı?" dediğinde eli ister istemez ensesine gitti. Bu ağrı geçmek nedir bilmiyordu. "Söylesene, beni buraya neden getirdin?"
"Burası senin yeni evin, alışsan iyi edersin," diye yanıtlarken eğlenir gibi bir hali vardı İstanbul'un. "Bunları senin iyiliğin için yaptım. Keşke başka bir yolu olsaydı ama yoktu."
"Ne iyiliğinden bahsediyorsun sen?" Onun saçmalıklarına karşı sesini çıkarmadan öylece duracak değildi. "İyilikmiş... Bana vurdun, beni bayıltıp elimi gözümü bağlayarak kaçırdın, denize atıp boğulmamı seyrettin, bana işkence ettin ve şimdi de buraya hapsedip ailemden haber almamı engelliyorsun. Söyle bunun neresi iyilik?'' Sinirlenerek dışarıya çıkmak için kapıya yöneldi ama İstanbul önüne geçip durdurdu. Aden ona karşı koymaya çalıştı "Kendini ne sanıyorsun sen? Çekil yolumdan. Beni burada tutamazsın."
"Beni zor kullanmaya mecbur etme Aden. Aynı şeyleri tekrar yaşamayalım."
"Sen hastasın, dışarı çıkmam lazım diyorum sana anlamıyor musun?"
"Benden uzak durman için seni kaç kez uyardım, bu meseleyi kurcalama, senin için kötü olur, demedim mi? Ama sen ne yaptın, işin peşini bırakmadın."
"Artık senin hakkında hiçbir şeyi merak etmiyorum. Lütfen bırak gideyim."
"Bu imkânsız," diye karşılık verdi İstanbul.
"Senden nefret ediyorum. Kıyafetlerim nerede? Onları istiyorum."
"Kurusunlar getiririm. Sakin ol."
"Sakin mi olayım? Beni denize atıp öldürmeye çalışan birinin karşısında nasıl sakin olabilirim?"
"Sanki ben çok mu memnunum olanlardan."
"Neden ölmeme izin vermedin?"
"Ölmeni istediğimi nereden çıkarıyorsun?" Sustu... Derin ve kederli bir düşünce sardı bakışlarının etrafını. "Ben yüzme bilip bilmediğini öğrenmek için seni denize attım."
Sanırım katıksız bir deliyle karşı karşıyayım, diye aklından geçirdi Aden. Söyledikleri çelişkili, birbiriyle ve konuyla ilgisizdi ya da ona öyle geliyordu. "Yüzme bilmediğimi sana söylemiştim."
"Doğru söylediğini kendi gözlerimle görmeliydim. "
"Sen manyak mısın? Beni az daha öldürüyordun."
"Seni öldürmek isteseydim şu an burada olamazdın herhalde. Tam karşımızda yüzerek ulaşabileceğin yakınlıkta bir ada olmasaydı bunu yapmama gerek kalmazdı. Gerçi, bunu yine yapardım; buz gibi suda neler çektiğimi anlaman ve bir daha aynı şeyleri yaptığında başına ne geleceğini öğrenip akıllanman için."
"Sen tam bir hastasın. Karşında biri boğulurken umursamadan izleyebilecek kadar rahatsızsın."
"Yüzerek kaçıp kaçamayacağını anlamak istedim hepsi bu. Neyse artık rahatım. İki kişilik küçük bir adadayız ve dört tarafımız denizle çevrili."
"İki kişilik ada mı?"
"Biliyorsun, Kaşık Adası'nda yerleşim yok. Seni gezintiye çıkarabilirim ama önce ada turunu hak etmen lazım."
Bir an önce bu adamdan kurtulmalıydı. Odanın köşesine çekilip yere oturdu ve başını iki elinin arasına alıp düşünmeye başladı. "Ama beni bırakmak zorundasın, gidip ailemi görmem lazım. O insanlara yazık değil mi? Benim öldüğümü düşünüyorlardır. Bırak gideyim."
"Bu imkânsız."
"Ne tür bir belaya bulaştığını bilmiyorum, beni alıkoyarak suçunu daha da artırıyorsun. Hapislerde çürümek mi istiyorsun? Hem sen böyle birisi değilsin. Beni düşünmüyorsan, bari ailemi düşün, onların ne günahı var? Beni arıyorlardır şimdi, annem herkesi ayağa kaldırmıştır. Gitmem lazım."
"Böyle bir felaket yaşadın ama hiçbir şeyin farkında değilsin, hâlâ eski hayatından bahsedip duruyorsun. Aileni, özel okulları, şımarık arkadaşlarını, pahalı kıyafetleri, AVM'leri ve Moda'yı unut."
Bunu nasıl bilebilir diye aklından geçirdi. "Sen benim özel okulda okuduğumu nereden biliyorsun?"
"Devlet okullarında okumayacağını tahmin etmek zor değil. Eğitime kadar her şeyi satın almaya çalışan bir zihniyetin ürünü olduğun ortada."
"Hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun." Aden çaresizliğin verdiği bıkkınlıkla oturduğu yerde duvara biraz daha yanaştı. Özel bir üniversitede okusa da ilköğretimi devlet okullarında tamamlamıştı ve öğrenimin parayla satın alınmasından nefret ediyordu. Eli ensesine gitti. "Kahretsin hâlâ ne biçim ağrıyor. O kadar sert vurmana gerek var mıydı?"
"Beni buna mecbur eden sendin."
"Bana güvenebilirsin. Hakkında şikâyetçi olmayacağıma ve kimseye seninle ilgili tek kelime etmeyeceğime söz veriyorum, yeter ki beni bırak."
"Kendini boşuna yorma, artık seni bırakamam."
"Bu tam bir delilik! Beni burada tutamazsın."
"Asıl delilik, beni kızdıracak laflar etmen," dedi ve kapıya yöneldi. "Seni cezalandırmak zorunda kalırsam bunu tereddüt etmeden yapacağımı bilmelisin."
"Hey! Dur, bekle. Lütfen gitme, geri dön. Ben burada kalamam."
"İlk günler biraz zor geçecek, zamanla hallolur. Olay sadece alışma meselesi."
"Sen delirdin mi? Ailem ne olacak? Daha onların durumunu bile öğrenemedim. Bari telefon açmama izin ver. Konuşmama gerek yok, iyi olduklarını duysam yeter."
"Hâlâ anlamıyorsun değil mi?"
"Neyi anlamıyorum?"
"Eski hayatın bitti, bu senin için artık yeni bir başlangıç."
Pis pis sırıtması yetmiyormuş gibi bir de kapıyı suratına kapatması Aden'i fena öfkelendirdi. Tüm gücüyle kapıyı yumruklamaya başladı. "Aç şunu Allah'ın cezası. İmdat! Yardım edin. Sesimi duyan yok mu? Lütfen biri beni buradan çıkarsın."
Pencereye gidip başını cama dayadı. Sonra bir adım geri çekilip camdaki aksine baktı. Saçları yapış yapış, yüzü gözü şiş, rengi bembeyazdı. Gücü tükenmişti, ağlamaya başladı ve gözyaşlarıyla birlikte süzülerek duvarın dibine yığılıp kaldı.
Yorumlar
Yorum Gönder