Ana içeriğe atla

18-Yin Yang

18

Yin Yang

Merve dergilerin yeni sayılarını bırakmak için uğramıştı. Çadırın önündeki masada oturuyorlardı. Aden en sevdiği derginin sayfalarını karıştırıp kafa dağıtmaya çalışırken reklamlardaki ürünlere takıldı gözü. Neden hiç alışveriş yapmıyorum diye sordu kendine. Üstüne başına bir şey almayalı öyle uzun zaman olmuştu ki hemen alışveriş merkezine gidesi geldi. Sayfaları hızlı hızlı çevirirken ayakkabı, çanta ve birbirinden güzel elbiseler her an daha da dikkatini çekmeye başladı. Sonra birden kendine geldi, içten içe hâlâ seviyordu AVM'leri, utandı kendinden. Hem Merve'den aldığı avansın tamamını telefona yatırmamış mıydı hangi parayla alacağım diye kendine sorduktan sonra, para tuzağı bunların hepsi diye düşünerek dergiyi sert bir şekilde kapattı.

Aden başını kaldırdığında İstanbul'u gördü. Her zamanki sağlam yürüyüşüyle çadıra doğru geliyordu. Acil bir işi çıktığını söyleyip kaçmayı düşündü; bunun için çok geçti, iyice yaklaşmıştı. Panikle çadırın içine girip aynaya baktı. Merve neler olduğunu soruyordu; Aden aynada kendini incelerken ona cevap veremedi. Yüz hatları berbat, gözlerinin etrafı çukurlaşıp kararmış, yanakları resmen çökmüştü... Nefes nefeseyken makyaj yapmaya çalıştı, istediği gibi olmadı. Elini saçına götürdü, omuzlarına kadar inen saçı yapış yapıştı. 'Nasıl olmasını bekliyorum ki kaç gündür duş almadım,' diye kızdı kendine.

Üstüm başım derken birden kendine geldi. 'Ne yapıyorum ben, yoksa bu çatlağa tutuldum mu?' diye aklından geçirdi. Onunla yakınlaşmasının Savaş ile beraber planladıkları yardımın çok ötesinde olduğunu artık inkar edemezdi. İstanbul'a olan duyguları farkında olmadan öyle hızlı gelişmiş, ilişkileri öyle karmaşık bir hale gelmişti ki hislerinin ne zaman bu seviyeye çıktığını gözlemleyememişti. Yabancısı olduğu bu tuhaf duyguyla ilk kez Taksim Meydanı'nda alevlerin yükselen ışıkları İstanbul'un yüzünü aydınlattığında tanışmıştı. Ne var ki sonrasında yaşananlar tam bir felaketti: Kaçırılması, ailesinin kaybı, evsiz kalması... Ne zamanki Gülhane'ye gelip onu gördü, üstü tarifi imkansız acılarla kapanmış hisleri yeniden canlanmaya başladı. İstanbul elli beş saniyeden sonra açılan başka bir yaşamın yolunu aydınlatan haleydi. Evet, ona karşı bir şeyler olduğu ortadaydı ama bir insandan hem nefret edip hem de onu nasıl sevebildiğini anlayamıyordu.

"Kime baktın?" diye sordu Merve.

"Aden'e," diye yanıtladı İstanbul. "Nereye kayboldu bu kız?"

"Görüşmeyi istemiyor olamaz mı?"

"Bunu ondan duysam daha iyi olur."

Aden bir tatsızlık yaşanmasın diye hemen dışarı çıktı. Yakıcı bakışları karşısında bulduğunda kalbi yerinden fırlayacak gibiydi Aden'in. Merve'ye göz işareti yaparak İstanbul'la özel görüşmek istediğini belirtti. Merve onunla yakınlaşmalarından pek haz etmese de anlayışlı bir insandı; yüzünü ekşiterek, "Benim işim var, birazdan gelirim," dedi ve sosyal tesislere doğru uzaklaşarak onları yalnız bıraktı.

"Demek dövmecilikte kararlısın," dedi İstanbul. "Senin için çok dayanamaz, zor gelince yakında bırakır demiştim. Anlaşılması güç birisin, her zamanki gibi beni şaşırttın."

Aden gözleri buluştuğunda içinin kıpır kıpır etmesini endişeyle karşıladı. Yoldan çıkarıcı bu karanlık onu tamamen sarmadan önce bir şey yapmalı, duygularına müdahale etmeliydi ama tek kelime edemedi.

"Neyse, ben dövme yaptırmayı düşünüyorum," diyerek sözlerine devam etti İstanbul. "Etraftaki tek dövmeci de sensin gibi duruyor. Bana nasıl bir şey tavsiye edersin?"

"Katalogdan bakabilirsin."

"Ben seninki gibi bir şey istiyorum," diye karşılık verdi.

"Benim dövmem yok."

"Göğsündeki elmayı gördüm, yoksa benden gizlemeye mi çalışıyorsun?"

Utancından kızardı Aden. Kaşık Adası'ndaki ilk gece ıslak kıyafetlerini değiştirirken İstanbul yardım etmişti. Aden yarı baygındı ve zor hatırlıyordu. Karşısında çırılçıplak kaldığında sol göğsünün alt kısmındaki izi görmüş olmalıydı.

"O doğum lekesi," diye karşılık verdi Aden.

"Ben de tıpkı seninki gibi doğal bir dövme istiyorum. Bilinenlerle damgalanmanın değil, dünya güzeli bir kızın bende bıraktığı izin peşindeyim."

Serserinin ağzı iyi laf yapıyor diye düşünen Aden ister istemez gülümsedi. Bakışlarına karşı koymakta zorlanıyordu. Sesini biraz yumuşatarak, "Nasıl bir şey istediğini bilirsem belki sana daha fazla yardımcı olabilirim," dedi.

"Sana ulaşmamı sağlayacak bir yol çizebilir misin vücuduma?" diye sorduktan sonra İstanbul göz kırptı.

Aden gülümseyerek, "Demek bir çıkmaz sokak çizmemi istiyorsun," diye karşılık verdi.

"Gönlünden geçen buysa bana uyar. İlla ki bir yere varmak şart değil, benim olayım yolda olmak."

Aden onun yaptığı gibi gözlerinin içine dik dik bakmaya çalıştı. "Sende bırakacağım izden korkmuyorsan benim için sorun yok."

"Kendim için değil, senin için korkuyorum," diye karşılık verdi bay hazır cevap.

"Boş versene, dövme iğnesinden korkan herkes böyle der."

Gülümsedi İstanbul. "Neden korkayım ki elinin hafif olduğunu biliyorum."

"Hım, madem bana güveniyorsun... O halde senin için uygun gördüğüm modeli gösterebilirim."

"Harika," dedi meraklı bakışlarla. "Nerede katalogda mı?"

"Hayır. Bekle, getiriyorum." Çadıra girip İstanbul'u düşünerek hazırladığı taslağı aldığında kalp atışları iyice hızlanmıştı. Bir kez daha aynaya bakıp saçını düzelttikten sonra dışarı çıktı. Modeli ona uzattı. "Bak şöyle bir 'yin yang' çizmiştim. Bence bu tam sana göre." İki kişiye birden yapılması planlanmış çok özel dövmeydi. Aynı modelde siyahla beyazın yerini değiştireceği öbür dövmeyi de kendisine yaptırmayı düşünüyordu, ama bunu şimdilik ondan sakladı. "Nasıl, beğendin mi?"

"Beyaz kısımları atıp tamamını siyah yaparsan beni ifade edebilir," diye cevapladı.

"Bu mümkün değil, çünkü..."

"O zaman kalsın," diyerek sözünü kesti.

"Sen bilirsin," dedi Aden tiksinti dolu bir sesle. İstanbul'un tavırları asabını bozmuştu. "Söyler misin, sen neden insanları kendinden uzaklaştırmaya çalışıyorsun?"

"Güzel kızları kendimden uzaklaştırmak gibi bir takıntım olduğunu sanıyorsan yanılıyorsun. Bu bir tek senin için geçerli."

"Demek beni güzel bulmuyorsun, iyi, bu sevindirici bir haber."

"Güzel sözcüğü seni tarif etmek için yeterli değil Aden. Asıl amacım zarar görmemen için seni benden uzak tutmak. Yakınlaştığımız zaman neler olduğunu iyi biliyorsun."

"İyi ama senin benden değil, kendinden kurtulman lazım, benim de kahrolası kaderimden."

"Unutma Aden. Bunlar başına gelmeseydi birbirimizi asla tanımayacaktık."

"Tanıdık da ne oldu İstanbul? Sürekli biz felakette doğduk, bunun dönüşü yok diyorsun ve her şeyi depreme ve onun yarattığı yıkıma yoruyorsun ama bizim asıl felaketimiz birbirimizle karşılaşmamızdı."

"Benimle birlikte sürüklenmeni kabullenemiyorum. Genç bir kıza acı vermek bana ağır gelmiyor mu sanıyorsun? "

"Bana genç kız deyip durma! Sayende yaşlandım, şu kısacık zamanda beni ne hale getirdiğini görmüyor musun?"

"Sebep olduğum yıkımın farkındayım," diye yanıtladı İstanbul.

"İyi o zaman. Bazen tam tersini hissetsem de senden neden nefret ettiğimi bana sormana gerek kalmaz."

"Ben de senden nefret ediyorum, ama bu sorun değil," diye karşılık verdi İstanbul. "Nefretle başlayan aşklar, çıkar ilişkileriyle biten sahte sevgilerden değerlidir."

İstanbul'un bakışları Aden'in savunma kalkanlarını küle döndürebilecek kadar yakıcıydı. Onun tehlikeli sözlerine kulak vermemeye çalıştı, ama bu elinde değildi. Merakını gizlemek isteyen bir tavırla, "Sen neden bahsediyorsun?" diye sordu.

"Bana ilk gece enkazların arasında nasıl baktığını unuttuğumu sanma," dedi İstanbul.

"Delisin sen."

"Aden ilk karşılaştığımız andan itibaren neler yaşadığımızın sen de en az benim kadar farkındasın. Bizim tek eksiğimiz..." diye mırıldandı ama devamını getiremedi ve susup düşünmeye başladı. Söylediklerinden pişman olmuş gibiydi.

Aden lafı geveleyip durmasına çok sinirlendi. O kızgınlıkla, "Kendin olmakla ilgili hep ileri geri konuşup duruyorsun ama asıl kendi olamayan biri varsa o da sensin," diye çıkıştı.

"Bu bir tek senin karşındayken oluyor. Senden uzak durmaya çalışmaktan yoruldum artık."

"Uzak durması gereken biri varsa o da benim," diyerek sitemde bulundu Aden.

"Anlamıyorsun, senden uzak durmalıyım, zarar görmeni istemiyorum."

"Asıl bu şekilde zarar veriyorsun. Endişe verecek kadar sorunlu kişilik belirtileri görüyorum sende. Bir yakınlaşıyor bir kaçıyorsun, seni takip etmek imkansız."

"Bak, benim bu dünyayla halletmem gereken meselem var, ben bunun kavgasındayım. Bize dayattıkları ve reddettiğim hayata geri dönmek zorunda kalacağım bir duygusal yakınlığa giremem ve Aden Güney sen beni böyle bir bağlılığa sürükleyecek tek kadınsın. Ne kadar çekici olursan ol, seni tercih edersem geri dönmek zorunda kalacağım dünya bana o kadar itici geliyor ki bu yüzden kendimi senden, seni de kendimden uzaklaştırmaya çalışıyorum."

"Senden öğreneceğim çok şey var," diye karşılık verdi Aden. "Ama kaçarak her şeyi engelliyorsun."

"Ne öğrenmek istiyorsun, açık konuşur musun?"

"Bu serseri kâinatta ayakta kalmam için biraz senin gibi olmak şart. Boyun bükerek değil, senin gibi meydan okuyarak yaşamak istiyorum."

"Aden, keşke hayatım senin için tehlikeli olmasaydı. O zaman belki her şey farklı olabilirdi. Sorun şu ki sen kurulu dünyan yıkılmasına rağmen değişemeyecek kadar terbiyeli yetiştirilmişsin. Ancak ben senin gibi değilim."

"İşte bunu öğret bana. Kötüymüş gibi davranabilmeyi, yani onlar gibi konuşup bakabilmeyi ve ses tonumu, tavırlarımı hiç olmadığım bir kişiymiş gibi yapıp maske üstüne maske takabilmeyi..."

"Bunun taklidi olmaz," diyerek sesini yükseltti İstanbul.

"Numara yapma, sen kötülüğü çok iyi taklit edebiliyorsun, neden ben de yapmayayım? Ben zaten yeterince kötüyüm, sadece bunu nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum. Senin bu konuda başarılı olduğun ortada," derken hınzırca gülümsedi. "Daha doğrusu tanıdığım en iyi kötü adam sensin. Tıpkı senin yaptığın gibi onları korkutabilmek istiyorum. İçimdeki meleği gizleyip şeytan gibi görünebilmeyi öğret bana. İstemeyi ve almayı öğret, alıştır kötülüğe."

"Demek macera arıyorsun."

"Ben buna hayat mücadelesi demeyi tercih ederim."

"Bahane arama kendine. Kütüphanedeki asi hayatın seni nasıl çektiğini bilmediğimi mi sanıyorsun? Senin gibi meraklıları çok gördüm ben. Bu şekilde yoldan çıkan o kadar çok kız tanıdım ki aklın almaz."

"Ben onlara pek benzemem," diye karşılık verdi Aden gayet kararlı bir sesle. "Bu başıboş dünyada senin gibi hiçbir şeyi umursamadan amaçsızca yaşamayı öğrenmeliyim. Buna tahmin edemeyeceğin kadar çok ihtiyacım var."

"Aklın varsa uyarılarıma kulak verir, benden uzak durursun."

İstanbul bunları soğuk bir ifadeyle söyledikten sonra kütüphaneye doğru gitti. Aden bunun sonu bir yere varamayacak imkânsız bir ilişki olduğuna kesin kanaat getirmişti artık; ama mesele sonlarının ne olacağı değildi, Aden'in nereye kadar gidebileceğiydi.

Fazla uzaklaşmadan, "Dur bir dakika," diyerek İstanbul'u durdurdu. "Yarın beraber Kadıköy'e gidelim mi? Çok sıkıldım, barlar sokağının son halini merak ediyorum. Hem biraz kafa dağıtmış oluruz, ne diyorsun?"

İstanbul düşünceli bakışlarla onu baştan aşağı süzdükten sonra gülümsedi. "Tamam, bunu sen istedin, günah benden gitti. Yarın eğitim başlıyor."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

16-Takas Kütüphanesi

16 Takas Kütüphanesi Kısa zamanda parktaki insanlarla tanışıp kaynaştı ve arkadaşlarına ufak tefek dövmeler yapmaya başladı. Aden'in ilk denemelerinde iyi işler çıkardığını gören Merve, ücret karşılığında dövme yapmaya başlayabileceğini söyledi ve hangi modelleri yapabileceğini katalogdan tek tek gösterdi. Müşterilerin istediği modeller Aden'in yapabileceği tarzda değil ise Merve'ye haber veriyor, ustası akşamları çadıra gelip geç saatlerde de olsa o müşterilerin dövmesini yapıyordu. Ne var ki müşteri sayısı çok azdı, Aden hiç para kazanamıyordu. Parasızlık canına tak edince sabretmek zor gelmeye başlıyor, 'Buradaki insanların dövme yaptıracak hali mi kalmış, hangi akla hizmet bu işe girdim' diye kendine kızıyordu ama çadır kentte dövmecilik yapılmayacağını bile bile sırf mesleği öğrenmek için işe başlamıştı ve o anlamda işler tahmin ettiğinden daha iyi gidiyordu, çünkü öğreniyordu. İşinin en iyi tarafı ders çalışmasına engel olmamasıydı. Buna rağmen doğru düz

Yarım Adam Romanı Önsöz ve Arkakapak

YARIM ADAM (ARKA KAPAK) Binalardan kaçanların toplandığı Taksim Meydanı mahşer yeri gibiydi. Aden ve İstanbul kalabalığın arasında artçıların geçmesini bekliyorlardı. Kandilli Rasathanesi elli beş saniye süren depremin merkez üssünün İstanbul, şiddetinin yedi virgül beş olduğunu açıklamıştı. Tarihe 2 Nisan İstanbul depremi olarak geçecekti... Deprem modern dünyayı yerle bir ederken Aden'in uyutulduğu taştan beşiği devirdi. Vahşi doğa tarafından yıkılmış, binaları yangın alevlerince yutulmuş, ölümün kol gezdiği İstanbul'da gerçeğin karanlık yüzüne doğru yaptığı yolculuk onu dehşet verici yerlerden geçmek zorunda bıraksa da korkunç bir kâbustan uyanmasını sağladı. Ama hakikati yaşayabileceği yeni bir hayata gözlerini açtığının henüz farkında değildi; çünkü elli beş saniye; yaşadıklarını anlayabilmesi için çok kısa, kaosla tanışmanın şiddetine dayanabilmesi içinse çok uzundu. İstanbul sarsıcı bir filozof ve karanlık bir şairin bedeninde ete kemiğe büründü. O, özgürlük atmosf

4.Bölüm:Çırpınış

4 Çırpınış Kendine geldiğinde gözleri, elleri ve ağzı bağlıydı. Dalgalanan zemin, kürek sesi ve burnuna dolan deniz kokusu... Sandalda olmalıydı. Bilincini kaybetmeden önce İstanbul'un, "İşte şimdi tamamen elimdesin," dediğini hatırladı. Kaçırılmıştı. İnleyerek sesini duyurmaya, sağa sola dönerek bağlarından kurtulmaya çalışırken bir el omzundan yakalayıp onu durdurdu. "Demek uyandın." İstanbul'un sesiydi bu. "Aden bana güvenmelisin. Bunu senin iyiliğin için yapıyorum." Aden durmadı, bağlarından kurtulmak için sağa sola dönmeye devam etti. Neden kaçırıldığını, nereye götürüldüğünü ve İstanbul'un ne yapmayı planladığını bilmemek onu dehşete düşürüyordu. Sadece, "Mmmm..." diye iniltiler çıkarabiliyordu. Diliyle ittirip ağzındaki bağı çözmek için uğraştı, ama yaptıklarının hiçbir faydası olmuyordu. Dıştan takma motorlu, eski ve küçük bir sandaldaydılar. Motor arıza verince İstanbul yolun kalan kısmında kürek çekmek zorunda kal