Ana içeriğe atla

17-Can Borcu

17

Can Borcu

Dışarıyı topladı, dükkânı kapatıp çadırına gitmek üzereydi, Savaş geldi. Aden'in sinirli hareketleri gözünden kaçmamıştı. "Sorun ne Aden, anlatmak ister misin?"

"Sorun yok, her şey bildiğin gibi," dedi ve tokalaştılar.

"Neye kızdın sen?"

"Bir şey olduğundan değil. Avukatlık gibi değil bizim işler, para kazanmak zor. Bütün gün burada üç kuruş için..."

"Aden böyle bir zamanda kimse dövme yaptırmaz. Bizim büroda icra kâtibi olarak çalışmak istersen seni önerebilirim. Hem icra avukatlığını öğrenmiş olursun, ne dersin?"

"Garibanların mallarını mülklerini haczetmekle işim olmaz. Ben suçluları hak ettiği cezaya çarptırabilmek için ceza avukatlığını öğrenmek istiyorum."

"Ne yazık ki ceza avukatlığı bunun tam tersidir. Onları hak ettiklerinden az yatırabildiğin ölçüde kazanırsın. Senin dediğini yapmak için savcı olmak gerekiyor."

"Devletle işim olmaz. Sen bana ceza avukatlığını öğret ve lütfen gerisini bana bırak. Belki sadece CMK avukatlığı yapar, suçlu olana yardım etmez, masum olan için de canımı dişime takarım."

Savaş gülümsedi. "Sonuna kadar arkandayım. Umarım bir yol bulursun. O zaman önce okulunu bitirmelisin. Staja bizim büroda başlarsın. Cezayı sana ben öğretirim, sen de bu dediklerin için bir yol bulursan bana gösterirsin."

"Tamam işte, o zamana kadar da dövme sanatını öğrenirim. Zaten ben bu işi seviyorum, derdim müşteri çıkmaması, ama ilerde işlerin açılacağından eminim. Hem burası okula yakın ve git gel derdi yok."

"Seni anlıyorum, az aşım dertsiz başım demek istiyorsun. Bence de en güzeli bu zaten. Ben dövme yaptırmayı düşünüyordum, ama sanırım uygun bir zamanda gelmedim."

"Savaş aslında geçen gün ikimiz konuşurken yarım kalan konuyu tamamlasak iyi olur."

"Hangi konuyu?"

"O gün seni çağırdıklarında bana İstanbul'la ilgili çok önemli bir şey söyleyecektin. Bana güvenebilirsin, anlatacağın her şey aramızda sır olarak kalacak."

Savaş çadıra kadar ona eşlik edebileceğini söyledi. Birlikte Sarayburnu tarafına doğru yürümeye başladıklarında, "Sen parka geldiğinden beri İstanbul'un durumu iyi değil," dedi.

"Biliyorum, uyuyamıyormuş. Eğer sen de aynı şeyleri anlatıp beyefendinin rahat bir uyku çekmesi için gitmemi rica edeceksen boşa kürek çekme, peşin peşin söyleyeyim buradan gitmeye niyetim yok."

"Beni yanlış anladın. Ben senin gitmeni değil, bilakis burada kalman gerektiğini düşünüyorum. İzin ver durumu anlatayım. Bugün sabahın dördünde İstanbul'un odasının bitişiğinde gürültüler duyarak uyandım. İnlemeler, çığlıklar ve duvarlara vurma sesi geliyordu. Odasına gidip kapıya vurdum, açmaya çalıştım, ama kilitliydi. Kilidi kırmak zorunda kaldım. İstanbul çırılçıplaktı ve çok acı çektiği her halinden belliydi. Buna rağmen anadan üryan öylece odanın ortasında durmuş, burada ne işin var dercesine bana bakıyordu. Oda karma karışıktı, her şey bir tarafa dağılmıştı. Böyle bir şey yaptığını ilk kez gördüğüm için şaşkınlık geçirdim."

"Bu çok tuhaf ama bunun benimle ne ilgisi olduğunu anlamadım."

"Aden, bu tamamen senin eserin."

"Savaş seni uyarmıştım, eğer sen de beni suçlayacaksan.."

"Hayır Aden, seni suçlama niyetinde değilim. Demek istediğim şu ki kimse İstanbul'la senin kadar yakınlaşamadı." Savaş bir iç geçirdikten sonra sözlerine devam etti. "Senden İstanbul'u ikna etmemde bana yardımcı olmanı istiyorum. Onun ailesinin ne kadar zengin olduğunu ve kendini ölü göstererek tüm aile servetini feda ettiğini sadece ikimiz biliyoruz."

Aden bunu onun da bildiğini öğrenmenin şaşkınlığını üstünden attıktan sonra, "Savaş lütfen sadede gelir misin?" dedi.

"Demek istediğim şu ki İstanbul'u girdiği yanlış yollardan döndürecek, sıkıştığı yerden çekip çıkaracak biri varsa o da sensin."

"Hangi yanlış yollardan? Bana kendini neden ölü gösterdiğini anlatmadı ki geçmişi hakkında hiçbir şey bilmiyorum desem yalan olmaz."

"Zaten problem geçmişinde değil, geleceğinde, yani yapmayı planladığı eylemde."

"Ne eylemi?"

"Bunu yapmasına karşı olduğum için bana hiçbir şey anlatmıyor. Tek bildiğim bombalı bir eylem yapma hazırlığında oldukları."

Aden dalga geçercesine gülümserken, "Bombalı eylem mi?" dedikten sonra birden ciddileşti; çünkü Savaş'ın şaka yapar gibi bir hâli yoktu. "Savaş dalga geçme lütfen."

"Aden daha önce hiçbir şeyde bu kadar ciddi olmadım."

"O öyle biri değil. Tamam, fikirleri çok aykırı ve içinde dinmeyen bir öfke var, evet ama İstanbul'un söylediklerine takılıp kalmamalısın. Onun böyle bir eyleme kalkışacağına inanamam."

"Bana anlattı Aden. Yeri ve zamanını söylemedi, hedefinde kimler olduğunu da bilmiyorum; ne var ki İstanbul bu konuda çok kararlı. Onu vazgeçirmek için bana lütfen yardım et."

"Onun tek ihtiyacı olan şey hayatının normalleşmesi," dedi Aden. Gel de böyle şeyler düşünen bir adamı normal yaşamaya ikna et. Bunu düşünmek bile onu soğuk soğuk terletiyordu. "İstanbul'un nasıl inatçı biri olduğunu biliyorsun. Savaş sana tüm samimiyetimle söylüyorum, içine düştüğü cehennemden kurtulmasına yardımcı olup can borcumu ödemek istemez miyim hiç? Ne var ki onun gibi birini ikna etmek mümkün değil. Kafaya koyduysa yapar. Umalım da benim dediğim gibi olsun ve söyledikleri sadece lafta kalsın."

"Aden, konu sen olunca o çok farklı biri oluyor; çünkü ona hayran kalan kadınların hiçbiri onu senin gibi anlamaya çalışmadı. İstanbul hiçbir kadının kendisine senin kadar yaklaşmasına izin vermedi. Belli etmemeye çalışıyor ama senin değerinin gayet farkında. Onunla baş edebilecek tek kişinin sen olduğuna inanıyorum."

"Onunla kimse baş edemez. İntikam meselesi sanıyorsan yanılıyorsun, konu bundan daha karmaşık. İstanbul'un olayı işadamlarını engellemekle sınırlı değil; hayatı reddediş, onun varoluş biçimi olmuş. Onu başka türlü yaşanabileceğine inandırmak mümkün değil. Kendince önemli sebepleri ve dünya düzeniyle ilgili çok ciddi sorunları var. Fikirlerini değiştirmek için bir şeyler yapmayı denedim, denemez miyim? Ne var ki hiçbir faydası olmadı, söylediklerim bir kulağından girip ötekinden çıktı. Benden istediğin şey zaman kaybından başka bir şey değil."

"Aden bir kere daha düşün lütfen. Ben senin daha fazlasını yapabileceğini biliyorum. İstanbul hazır olunca seni duyacaktır. Onun tüm seçenekleri görmesini sağlamalıyız."

"Seçeneklerin hepsini bizden daha iyi biliyor," diye itiraz etti Aden. "Her şeyi tartmış. Adamda zehir gibi kafa var."

"Onun zeki biri olduğunu kabul ediyorum," dedi Savaş ve biraz durup düşüncelerini toparladıktan sonra sözlerine devam etti. "İşinin zor olduğunun farkındayım."

"Savaş benden tam olarak ne yapmamı istiyorsun?"

"Fikrini değiştir ve onu hayata bağla."

"Onu hayata bağlamak mı?" Gülümsedi. "Onun gibi kalbi nasır tutmuş birini geri döndürmenin mümkün olmadığını ikimiz de çok iyi biliyoruz."

"Yanılıyorsun, zannettiğin kadar taş kalpli olsaydı seni AVM'de bırakıp ölüme terk ederdi ve onu Burgazada'da sırtından bıçakladığın gün tecavüzcülerin elinden kurtarmak için geri dönüp de kendi canını tehlikeye atmazdı."

"Savaş bu adamın sana anlatmadığı bir şey kaldı mı çok merak ediyorum."

"Aden bunu daha önce de söyledim sana. Ben onun hem arkadaşı hem de avukatıyım. Bilmek zorunda olduğum her şeyi bana anlattı. Eylem planına karşı çıktığım için sadece o konuda benimle konuşmuyor."

"Ona can borcum var, yardım etmek isterim, ama ne yapabilirim bilmiyorum."

"Çok kolay, zamanının büyük çoğunluğunu kütüphanede harcıyor ve parkın dışına hiç çıkmıyor. Eğer özel şeyler bulup, onu bu hayatın dışına çıkmaya ikna edebilirsen silkeleyip ufkunu genişletmiş olursun."

"Özel şeyler mi?"

"Evet, önce küçük şeyler bul, yürüyüşe çıkın, balık tutun, paraşütle atlayın, Kadıköy'e bara falan gidip ona hâlâ eğelenebildiğimizi göster. Ne bileyim sinemaya götür ya da aklına ne gelirse işte. Biraz açıldıktan sonra hep beraber güzel seyahatler bile planlarız."

"Savaş bu iş, zannettiğinden çok daha zor."

"Sen cinsel saldırıya maruz kalmış bir kadın olmana rağmen sırf ucu İstanbul'a dokunacak diye faillerden şikayetçi olmadın ve olayı örtbas ettin. Seni kaçırıp, ölümle tehdit etmiş birini korumak için resmen çırpındın. Söyler misin bunlar basit şeyler miydi? Bana zorluktan bahsetme Aden, bence sen en zorunu başarmış çok cesur bir kadınsın."

"Aslında ona hâlâ çok kızgınım. Hayatımı iki kez kurtarmış olmasa..."

"Sebep sadece bu olamaz."

Savaş ona inanmadığını gösterircesine gülümseyince Aden dayanamadı. "Ne demek istiyorsun? Başka ne olabilir?" diye sordu Aden. "Bir dakika, İstanbul sana ne anlattı?"

"Onun bir şey anlatmasına gerek yok, her şey ortada," dedi ve sustu.

"Lafı nereye getirmek istiyorsun?"

"İstanbul'un seni öldürmesi gerekiyordu yapamadı tıpkı senin onu polise şikâyet edememen gibi. İkiniz de öyle tuhafsınız ki her şey gün gibi ortadayken aranızda bir şey yokmuş gibi davranmaya çalışıyorsunuz."

Duyduklarının şaşkınlığı içinde bir yanıt veremedi Aden. İlişkileri olduğunu söyleyebilmesi için illa ki erkek arkadaşı, nişanlısı ya da eşi olması mı gerekiyordu? Ne zaman bu ilişkinin adını koymaya çalışsa ya sözcükler anlamını kaybediyor ya da her sözcük yeni anlam kazanıyordu. Birlikte olmalarına rağmen birbirlerine uzak kalan karı kocalar, nişanlılar ve sevgililer gibi değillerdi onlar; zıt kutuplardaydılar, ama diğerinin hayatını darmadağın edebilecek kadar da yakındılar.

"Bak Aden, ben daha önce onun gibi birini tanımadım, bu kadar harbi bir arkadaşım hiç olmadı. Mutlu olacağınıza inanmasaydım ısrar etmezdim. İstanbul'un büyük bir hata yapmasını önlemekte bana yardım edecek misin?"

Keşke kurtarıcı meleği olmamı İstanbul isteseydi, yardım kabul etmeyen birine nasıl yardım edebilirim, geceleri uyurken mi diye aklından geçirdi. "Bu konuda sana yardım edebilirim, maalesef sonuçtan umutlu değilim."

"Sıkı temas içinde olursak, beraber mücadele edip iyi bir sonuç elde edebiliriz. Onun asıl derdi eylem değil Aden. Üniversitede okurken tek bir eyleme bile karışmamış. İstanbul yalnız, kırgın ve çok ama çok kızgın; güvensizlikleri ve nefreti bundan kaynaklanıyor."

Aden'in telefonu çaldı, arayanın amcası olduğunu görünce açmadı. Birkaç dakika sonra üst üste mesajlar geldi, hepsi de zehir zemberekti.

"Baban hapislerde çürüyor, senin umurunda değil!" "Avukatla görüştüm. Savcılığa giderek, ifade verip babandan şikâyetçi olmadığını söylemen gerekiyormuş." "Yoğurtçu Parkı'nda kaldığını söylememiş miydin sen? Avukat parka gitmiş ve tarif ettiğimiz yerde seni bulamamış." "Kendim de gidip baktım, yoktun. Oradan ayrıldığını söylediler. Neredesin? "Bana kaldığın yer hakkında neden yalan söylüyorsun? Eğer hemen beni arayıp yerini bildirmezsen polisleri arayarak kayıp ihbarı yapacağım. Haberin olsun, gerekirse bundan fazlasını da yaparım."

Mesajları okurken nevri dönmüştü. Polisle falan uğraşamazdı. "Bir onlar eksikti," diye mırıldanınca Savaş duydu.

"Ne oldu Aden? Arayan kimdi, kötü bir haber mi aldın?"

Ona son mesajı gösterdi. Savaş dalga geçer gibi gülümsedi. "Polis gelip seni bulsa ne olur? Reşit bir insan istediği yerde kalabilir. Polis ya da savcılık sorun çıkarırsa bana haber ver, gerisini ben hallederim."

Çadıra geldiklerinde Savaş'tan müsaade isteyip içeri girdi. Bir süre kara kara düşündükten sonra kararını verip amcasını aradı. Kaldığı yeri söylemeyeceğini, babasından şikâyetçi olduğunu ve kararından asla vazgeçmeyeceğini güzelce anlattı.

"Daha fazla ısrar eder de hakkımda yalan yanlış ihbarlarda bulunursanız avukatımla birlikte yasal işlem başlatmak zorunda kalacağım," dedikten sonra da telefonu yüzüne kapattı.

Aden telefon konuşmasından sonra hemen yatıp uyumak istese de tüm yorgunluğuna rağmen gözüne uyku girmedi. İstanbul'u düşünmeden duramıyordu. Onun gibi ölü olmaya özendi, kan bağından olanlarla ilişki kurmak zorunda kalmadan yaşayabilmesi büyük bir özgürlüktü. Bu durumunda bile hâlâ akrabalara izahata mecbur yaşamak canını sıkıyordu. Kendi seçmediği insanlardan oluşan büyüklerin baskısından kurtulmak ona oldukça çekici gelmeye başlamıştı. Sonra tüm bunları unutup İstanbul'u yolundan nasıl çevirebileceğine kafa yormaya başladı. Bugüne kadar onu etkileyen erkeklerden uzak durmayı hep başarmıştı ama şu an durum çok farklıydı. Planladığı eylemi gerçekleştirmekten vazgeçirebilmesi için onunla yakınlaşması gerekiyordu.

İstanbul kadar zeki birinin bundan daha iyi bir seçenek görememesinin nedenlerine kafa yordu ve ona daha iyi seçenekleri nasıl gösterebileceğinin yollarını aradı. Ağaçların arasında uğuldayan rüzgârın korkusuyla yaprak misali titrerken İstanbul gibi bir deli rüzgâra esmeyi öğretmeye kalkışacak değildi, onun tek derdi nereye eseceğini gösterebilmekti. Ona yön verebilmenin çaresini bulamazsa onunla birlikte karanlığa savrulacaktı, çünkü ondan vazgeçemezdi, can borcu vardı.

Keşke en başa, en büyük kaygısının Cansu'ya doğum gününde alacağı elbise olduğu zamanlara dönebilseydi; ama depremden sağ çıkamayan Cansu'nun şu an toprağın altında olması gibi değiştirilemeyecek gerçekler keskin kılıçlarıyla geçmişin yolunu kesiyordu, dönüşü olmayan bir yoldaydı artık.

Kalkıp çadırın fermuarını açtı ve ışıldağı kapatıp yerine döndü. Sırf korkusunu yenmek için bu gece kapısını açık bırakacak, yıldızları parlatan karanlığın içeri sızmasına göz yumacaktı. Yattığı yerden geceyi aydınlatan yıldızları izledi, gecenin karanlığı olmasaydı nasıl parlayacaklardı diye düşünerek cesaret aradı. Yarın karşısına çıktığında İstanbul'un gözlerinin içine de aynen böyle korkusuzca bakabilmek istiyordu.

Bunu kendisine henüz itiraf edemese de, mesele can borcunu ödemek ile sınırlı değildi. İstanbul'la esmenin tadını almıştı bir kere ondan vazgeçemiyordu; ya aile sevgisi kemiklerine kadar işleyen Aden bu genç adamı yola getirecek ya da bu deli rüzgâr tarafından yoldan çıkarılacaktı.

Kararını vermişti, önce o kadınları ondan uzaklaştıracak, sonra da içindeki surların tepesine çıkıp, tüm kalelerini tek tek ele geçirerek İstanbul'u baştan aşağı fethedene kadar durmayacaktı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

16-Takas Kütüphanesi

16 Takas Kütüphanesi Kısa zamanda parktaki insanlarla tanışıp kaynaştı ve arkadaşlarına ufak tefek dövmeler yapmaya başladı. Aden'in ilk denemelerinde iyi işler çıkardığını gören Merve, ücret karşılığında dövme yapmaya başlayabileceğini söyledi ve hangi modelleri yapabileceğini katalogdan tek tek gösterdi. Müşterilerin istediği modeller Aden'in yapabileceği tarzda değil ise Merve'ye haber veriyor, ustası akşamları çadıra gelip geç saatlerde de olsa o müşterilerin dövmesini yapıyordu. Ne var ki müşteri sayısı çok azdı, Aden hiç para kazanamıyordu. Parasızlık canına tak edince sabretmek zor gelmeye başlıyor, 'Buradaki insanların dövme yaptıracak hali mi kalmış, hangi akla hizmet bu işe girdim' diye kendine kızıyordu ama çadır kentte dövmecilik yapılmayacağını bile bile sırf mesleği öğrenmek için işe başlamıştı ve o anlamda işler tahmin ettiğinden daha iyi gidiyordu, çünkü öğreniyordu. İşinin en iyi tarafı ders çalışmasına engel olmamasıydı. Buna rağmen doğru düz

Yarım Adam Romanı Önsöz ve Arkakapak

YARIM ADAM (ARKA KAPAK) Binalardan kaçanların toplandığı Taksim Meydanı mahşer yeri gibiydi. Aden ve İstanbul kalabalığın arasında artçıların geçmesini bekliyorlardı. Kandilli Rasathanesi elli beş saniye süren depremin merkez üssünün İstanbul, şiddetinin yedi virgül beş olduğunu açıklamıştı. Tarihe 2 Nisan İstanbul depremi olarak geçecekti... Deprem modern dünyayı yerle bir ederken Aden'in uyutulduğu taştan beşiği devirdi. Vahşi doğa tarafından yıkılmış, binaları yangın alevlerince yutulmuş, ölümün kol gezdiği İstanbul'da gerçeğin karanlık yüzüne doğru yaptığı yolculuk onu dehşet verici yerlerden geçmek zorunda bıraksa da korkunç bir kâbustan uyanmasını sağladı. Ama hakikati yaşayabileceği yeni bir hayata gözlerini açtığının henüz farkında değildi; çünkü elli beş saniye; yaşadıklarını anlayabilmesi için çok kısa, kaosla tanışmanın şiddetine dayanabilmesi içinse çok uzundu. İstanbul sarsıcı bir filozof ve karanlık bir şairin bedeninde ete kemiğe büründü. O, özgürlük atmosf

4.Bölüm:Çırpınış

4 Çırpınış Kendine geldiğinde gözleri, elleri ve ağzı bağlıydı. Dalgalanan zemin, kürek sesi ve burnuna dolan deniz kokusu... Sandalda olmalıydı. Bilincini kaybetmeden önce İstanbul'un, "İşte şimdi tamamen elimdesin," dediğini hatırladı. Kaçırılmıştı. İnleyerek sesini duyurmaya, sağa sola dönerek bağlarından kurtulmaya çalışırken bir el omzundan yakalayıp onu durdurdu. "Demek uyandın." İstanbul'un sesiydi bu. "Aden bana güvenmelisin. Bunu senin iyiliğin için yapıyorum." Aden durmadı, bağlarından kurtulmak için sağa sola dönmeye devam etti. Neden kaçırıldığını, nereye götürüldüğünü ve İstanbul'un ne yapmayı planladığını bilmemek onu dehşete düşürüyordu. Sadece, "Mmmm..." diye iniltiler çıkarabiliyordu. Diliyle ittirip ağzındaki bağı çözmek için uğraştı, ama yaptıklarının hiçbir faydası olmuyordu. Dıştan takma motorlu, eski ve küçük bir sandaldaydılar. Motor arıza verince İstanbul yolun kalan kısmında kürek çekmek zorunda kal