Ana içeriğe atla

12-Dip Noktası

2.KISIM

12

Dip Noktası

İstanbul / Kadıköy – Ayrılık Çeşme Mezarlığı

Aden

İstanbul ikisinin birden canını almıştı. Aden annesiyle kardeşinin mezarlarının tam ortasındaydı. Yeri belli olsun diye enkazdan toplanan taşlarla çevrelenen mezarlarına döktüğü su değil, acıyla demlenmiş gözyaşlarıydı. Sayısının on binleri aştığı mezarlığa dönmüş ölü bir kentti artık İstanbul dirinin yaşayamadığı, ölüleri gömecek yerin kalmadığı.

Son gözyaşı kardeşinin mezarına düştükten sonra yerinden doğruldu ve yakınlarına bir türlü veda edemeyen insan selinde nasıl ilerleyebileceğini bilmeden adım atmaya zorladı kendini. Ölüm aslında yabancı değildi, dedesinin mezarı başında daha dokuzunda büyümüş bir kız çocuğuydu Aden... Şimdi annesi ve kardeşini de kaybederek iyice olgunlaşmıştı.

Onları dedesine emanet edip yola çıkıyordu kör bir kararlılıkla, yüreğinde asla kapanmayacak ve defalarca kanayacak, yerini ezbere bildiği yara iziyle... Ardına bakmadan çıktı hayatın son beşiği olarak adlandırılan kapısız mezarlıktan. Bitkindi, umutsuzdu ama devam etmeye mecburdu...


***

İstanbul / Kadıköy - Yoğurtçu Parkı

Aden

Ankara'da yeni bir başlangıç yapmasını isteyen dayısı, bunu Aden'e kabul ettirebilmek için çok uğraştı. Aden ilkokul çağında iki çocuğu olan ve tek maaşla kıt kanaat geçinen bir aileye yük olmak istemediğinden kabul etmedi. Mücadelesini tek başına verecek, on beş milyon insan gibi o da İstanbul'un parklarını mesken tutup hayatını idame ettirmenin bir yolunu bulacaktı.

Dayısını göndermesinin üzerinden üç hafta geçmiş, bu süreyi çadırlarla tıka basa dolu Kadıköy Yoğurtçu Parkı'nda, bilfiil bir noktaya bakarak geçirmişti. Bayılma eşiğine gelmeden ne yemek yiyor ne de uyuyordu, düzenli yaptığı tek şey hastaneye kaldırıldığında doktorun verdiği antidepresan ilaçları kullanmaktı. Onun ayakta kalmasını sağlayan ve acısını dindiren asıl şey yazıydı, tüm gece ışıldağın altında yazıp içini kağıtlara dökmeye başlamıştı. Kolay değildi; annesi ve kardeşi mezarlıkta, kendisi ise yokluktaydı. Evleri yıkılmış, babasının yaptığı ve içinde oturdukları sitede tek bir bina ayakta kalmamıştı. Babası on sekiz kişinin ölümüne sebebiyet vermekten tutuklanıp cezaevine konulmuştu ve ölümüne sebep olduğu insanlar arasında kendi karısı ve kızı da vardı. Aden beş parasız kalmıştı. Babasının tüm malvarlığına ve şirketin banka hesaplarına el konulmuştu. Bazen bu ayakta kalma mücadelesinden vazgeçerek, şehri terk edip Ankara'ya gitmek aklından geçiyordu; ama ölü bile olsalar onları bu şehirde yalnız bırakamazdı. Yaradan'ın onları öldürüp de Aden'i sağ bırakmasının mutlaka bir nedeni vardı ve Aden yaşamaya devam edebilmek için o nedeni bulmak zorundaydı...

Babasının avukatı Sezai Taşyurt cumartesi günü dosyayla ilgili gelişmeleri anlatmak için Yoğurtçu Parkı'na Aden'in yanına geldi. Sitede ölenlerden dolayı yapı denetim şirketinin ortakları ve şantiye şefinin de tutuklandığını, onların da avukatlığını kendisinin üstlendiğini söyledi. Babasının yapı denetim şirketinin gizli ortağı olmakla suçlandığını anlattığında aklına İstanbul'un söyledikleri geldi. 'Demek ki haklıymış,' diye düşündü.

"...Ölenlerin yakınlarıyla uzlaşma görüşmeleri yürütüp tazminat miktarlarında pazarlık yapıyoruz."

Aden sitedeki ölü sayısının çok daha fazla olmasına rağmen sayıyı nasıl düşük gösterebildiklerini sordu. Ölenlerin çoğunu polis kayıtlarından sildirerek ya da başka yerde ölmüş göstererek dosyaya yansıtmadıklarını dayısından duymuştu.

"Bir şekilde hallediyoruz," dedi avukat gülümseyerek. "İnsanlar babanın yaptığı sitede otursa dahi depreme şehrin farklı yerlerinde yakalanıp başka binalarda ölmüşlerse bundan baban sorumlu olacak değil ya." Usulsüzlükleri nasıl yaptıklarını anlatmak istemeyen avukat ayrıntıya girmeden konuyu değiştirdi. "Süreç biraz uzayacak olsa da merak etme, baban yakında çıkacak," diyerek Aden'e teselli vermeye çalıştı.

"Ama babamın tüm malvarlığına el konuldu. Tazminatlar nasıl ödeniyor?"

"Çok ucuza kapatıyoruz Aden."

"Tazminatları ve sizin ücretinizi kim ödüyor?" diye tekrarladı sorusunu.

"Paranın kaynağını söyleyemem Aden. Lütfen bana bunu sorma."

Aden'in pazartesi günü onunla birlikte Çağlayan Adli Çadırı'na gidip babasından şikâyetçi olmadığına dair dosya savcısına ifade vermesi gerektiğini söyledi. Süreci hızlandırıp daha çabuk tahliye kararı almaktan bahseden avukatın gözleri ışıldadı. "Babanın tutuksuz yargılanması için elimden geleni yapacağım Aden. O bunu hak etmiyor."

Aden bir kez şikâyetten vazgeçerse sonradan istese dahi şikâyetçi olamayacağını ceza hukuku derslerinde öğrenmişti. Bir tarafta sanık sandalyesinde ecel terleri döken babası, diğer tarafta ise içlerinde annesi ve kardeşinin de olduğu eceli gelmeden ölen mağdurlar vardı. Pazartesi günü parka geleceğini söyledikten sonra yanından ayrılan avukata hiçbir şey söylemedi, çünkü o karşı tarafın avukatıydı. Aden pazartesiden önce parktan ayrılacaktı. Bunu hiçbir iz bırakmadan yapacaktı, çünkü kimse tarafından rahatsız edilmek istemiyordu. Dava açılana kadar şikayetinden vazgeçirmeye çalışacak olan avukatın ve ona bu konuda baskı yapacak olan amcasının bilmediği başka bir parka gitmeliydi.

Dava açıldıktan sonra ortaya çıkacaktı. Ağır ceza mahkemesinde, kan parası almayan müşteki kalmışsa onlarla birlikte, kalmamışsa tek başına oturacak ve mahkeme heyetinden babasına en ağır cezanın verilmesini talep edecekti, bu konuda çok kararlıydı. Tabii bununla da kalmayacak, davaya katılma talebinde bulunacak, duruşmaları bizzat takip edecek, istinaf ve temyiz dilekçelerini süresinde verip dosyayı takipsiz bırakmayacaktı. Eğer kendi hukuk bilgisi yetmezse barodan avukat isteyecekti. İstenildiği takdirde baronun ücretsiz avukat tahsis ettiğini iyi biliyordu.

İlk iş olarak İstanbul'u bulmalıydı, babasına karşı onunla ortak hareket etmek istiyordu. Babasının şirketinin de ihaleler aldığı Eski İstanbul Projesi hakkında İstanbul'un neler bildiğini öğrenmesi gerekiyordu. Eğer elinde Kaşık Adası'nda söylediklerini kanıtlayacak deliller varsa o bilgi ve belgeleri savcılığa iletip babasının alacağı cezayı artırmak için elinden geleni yapacaktı. Bir şey yapmazsa Avukat Sezai Taşyurt'un arkasındaki karanlık güçlerin babasını içerden çıkaracağını anlamıştı. Masum insanların ölmemesi ve başka çocukların da kendisi gibi yetim kalmaması için babası gibiler hapisten çıkmamalıydı.

İstanbul'u nasıl bulacağını bilmiyordu. Belki kurtarma ekibinde samimi göründükleri Savaş'ı bulursa ona da ulaşabilirdi. Üstelik Savaş avukattı ve ona yol gösterebilirdi. Ona ulaşmanın yolu da Zeynep'ten geçiyordu. Küllerinden doğmaya çalışan Anka misali yeniden hayata tutunmak için deprem gecesi numarasını aldığı Zeynep'le irtibata geçmesi gerektiğini düşündü. O gece can kurtarmak için takdire şayan bir mücadele veren Zeynep herkese örnek olmuş, iyi ve yardımsever biriydi. O tam bir mücadele kadınıydı, onu bulmalıydı.

Zeynep'i aradı ve Gülhane Parkı'nda kaldığını öğrendi. Zeynep gönüllü ekipteki pek çok kişinin de orada olduğunu ve Aden'den haber alamadıkları için onu çok merak ettiklerini anlattı. "Ailene ulaşıp ulaşamadığını bile öğrenemedim, iyiler mi?" diye sordu.

Telefon elinden düşecekti neredeyse. Boğazına yerleşen yumru yutkunsa da gidecek gibi değildi. "Onlar..." Boğazı çatallanınca devam edemedi. Kelimeler bile gömülmüştü adeta. Islanan kirpiklerini kırpıştırıp boğazını temizledi. Sulu gözlü olmaktan nefret etse de yaşların süzülmesine engel olamıyordu. Ailesinin acısı hâlâ nabız gibi atıyordu benliğinde. "Annemle kardeşimi toprağa vereli üç hafta oldu."

Zeynep çok üzüldüğünü ve sabırlar dilediğini söyledi. Babasını ve okulunu sordu. "Babam hapiste."

"Ne oldu, neden hapse girdi?"

"Evimizin bulunduğu siteyi o yapmıştı. Hepsi yıkıldı Zeynep, sitedeki tüm binalar yıkıldı ve on sekiz kişi öldü. Yani sadece annem ve kardeşim değil, çok kişi öldü. Babamı bu yüzden tutukladılar."

Zeynep ona teselli edici şeyler söylemeye çalıştıktan sonra okulunu sordu. "Okul önemli değil," diye yanıtladı Aden.

"Ne demek önemli değil. Söyler misin sen hangi üniversitede okuyordun?" Özel bir üniversitenin hukuk fakültesinde son sınıf öğrencisi olduğunu ve depremde tüm binaları yıkıldığı için okulunun iflas edip kapandığını anlattı. "Sorun değil," dedi Zeynep. "Seninle aynı durumda olan öğrencilerin tamamını İstanbul Üniversitesi bünyesinde topladılar. Beyazıt Meydanı'na kurulan çadır kampüste depremzede öğrencilere mazeret sınavlarına girme hakkı tanındı. Buraya gelip bizimle birlikte kalmalısın."

Aden'in mazeret sınavlarından hiç haberi olmamıştı. Derslerinde iyiydi, alttan dersi yoktu, sınavlara çalışırsa bu sene mezun olabilirdi. Stajını hemen başlatırsa bir yıl sonra avukattı. Annesinin ve kardeşinin haklarını savunup, onlara karşı son görevini yerine getirmek için mezun olmalıydı. Annesini huzura kavuşturmak için bundan daha iyi bir yol bulamazdı. Ama hiç parası yoktu, dayısının verdiği para bitmek üzereydi, okulla birlikte yürütebileceği bir iş bulması gerekiyordu.

"Zeynep benim acilen işe ihtiyacım var. Babam hapse girince devlet her şeyimize el koydu."

"Sana iş bulabilirim. Buraya geldiğinde o meseleye bakarız. Onu dert etme sen. Önce sana kalacak yer ayarlayalım." Zeynep parkta kalanların şimdilik her türlü ihtiyacının devlet ve yardım kuruluşları tarafından karşılandığını, paraya çok fazla ihtiyacı olmayacağını söyleyip Aden'i rahatlatmaya çalıştı. "Ne diyorsun, geliyor musun?"

Aden onun sorusunu cevapsız bırakıp Savaş'ı sordu. "Savaş da buralarda," diye yanıtladı Zeynep. "Yani sık sık geliyor. Aman işte o deliyle İstanbul'la birlikte takılıyorlar," dediğinde Aden gözlerini kapatıp rahatladı. Onu en çok sevindiren bu cümle olmuştu.

"Savaş'ı neden merak ettin?" diye sordu Zeynep. Aden bir avukata ihtiyacı olduğunu söyledi. "Neyse sen buraya bir gel de hepsini ayarlarız," dedi Zeynep. "Savaş çok iyi biri, sana her konuda yardımcı olur."

Gülhane Parkı hem Beyazıt Meydanı'ndaki okuluna hem Zeynep'e hem de İstanbul'a çok yakındı. Sabah erkenden yola çıkıp Gülhane'ye geleceğini söyleyerek Zeynep ile vedalaştı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

16-Takas Kütüphanesi

16 Takas Kütüphanesi Kısa zamanda parktaki insanlarla tanışıp kaynaştı ve arkadaşlarına ufak tefek dövmeler yapmaya başladı. Aden'in ilk denemelerinde iyi işler çıkardığını gören Merve, ücret karşılığında dövme yapmaya başlayabileceğini söyledi ve hangi modelleri yapabileceğini katalogdan tek tek gösterdi. Müşterilerin istediği modeller Aden'in yapabileceği tarzda değil ise Merve'ye haber veriyor, ustası akşamları çadıra gelip geç saatlerde de olsa o müşterilerin dövmesini yapıyordu. Ne var ki müşteri sayısı çok azdı, Aden hiç para kazanamıyordu. Parasızlık canına tak edince sabretmek zor gelmeye başlıyor, 'Buradaki insanların dövme yaptıracak hali mi kalmış, hangi akla hizmet bu işe girdim' diye kendine kızıyordu ama çadır kentte dövmecilik yapılmayacağını bile bile sırf mesleği öğrenmek için işe başlamıştı ve o anlamda işler tahmin ettiğinden daha iyi gidiyordu, çünkü öğreniyordu. İşinin en iyi tarafı ders çalışmasına engel olmamasıydı. Buna rağmen doğru düz

14-Çarpışma

14 Çarpışma Sosyal Tesisler, Gülhane Parkı Aden Sabahın erken saatlerinde çadırın fermuarını açıp Aden'i uyandırdı. "Günaydın uykucu." Oldukça dinç görünen Zeynep gülümsüyordu. "Günaydın," diye mırıldandı. Güne bu kadar erken başlamaya alışık değildi. "Çok erken değil mi?" "Acele etmeliyiz, birazdan kuyruk başlar." "Ne kuyruğu?" "Kahvaltı tabii ki hadi, biraz hızlı ol." Daha ilk sabahtan uyumsuz görünmemek adına ona hayır demedi ve uyku tulumundan çıktı. Kucağındaki defter ve kalem yere düşünce, "Ne kadar kalın bir defter," dedi Zeynep. "Ne var bunun içinde?" "Önemli şeyler değil." Aden defteri kitapların altına sıkıştırdıysa da Zeynep oradan çıkarıp eline aldı ve kapağını incelemeye başladı. "Günlük mü tutuyorsun?" "Hayır, günlük değil." "O zaman bakmamda sakınca yoktur herhalde." Aden onay verdiğini gösterircesine başını salladığında de

Yarım Adam Romanı Önsöz ve Arkakapak

YARIM ADAM (ARKA KAPAK) Binalardan kaçanların toplandığı Taksim Meydanı mahşer yeri gibiydi. Aden ve İstanbul kalabalığın arasında artçıların geçmesini bekliyorlardı. Kandilli Rasathanesi elli beş saniye süren depremin merkez üssünün İstanbul, şiddetinin yedi virgül beş olduğunu açıklamıştı. Tarihe 2 Nisan İstanbul depremi olarak geçecekti... Deprem modern dünyayı yerle bir ederken Aden'in uyutulduğu taştan beşiği devirdi. Vahşi doğa tarafından yıkılmış, binaları yangın alevlerince yutulmuş, ölümün kol gezdiği İstanbul'da gerçeğin karanlık yüzüne doğru yaptığı yolculuk onu dehşet verici yerlerden geçmek zorunda bıraksa da korkunç bir kâbustan uyanmasını sağladı. Ama hakikati yaşayabileceği yeni bir hayata gözlerini açtığının henüz farkında değildi; çünkü elli beş saniye; yaşadıklarını anlayabilmesi için çok kısa, kaosla tanışmanın şiddetine dayanabilmesi içinse çok uzundu. İstanbul sarsıcı bir filozof ve karanlık bir şairin bedeninde ete kemiğe büründü. O, özgürlük atmosf