11
Ev
İstanbul'dan ayrıldıktan sonra evlerinin yolunu tuttu. Ona veda etmek zor gelmiş, aklı onda kalmıştı. İstanbul onun içindeki bardağı taşıran son damlaydı, sahip olduğu her şeyi feda edip, bardağın camından süzülerek kayıp giden adamın izlediği yol öyle çekici bir iz bırakıyor, o özgür hayat Aden'e öyle dayanılmaz geliyordu ki onu takip etme isteğine karşı koymakta zorlanmıştı. Ne var ki İstanbul yol gösterme niyeti taşımaksızın habersizce esen bir rüzgârdı ve onu takip etmek imkânsızdı; Aden'in bir an önce evine dönüp ailesini yatıştırması gerekiyordu.
Kadıköy'ün durumu içler acısıydı. Rıhtımdan Bahariye'ye, Kadife Sokaktan Moda'ya dek uzanan hat yerle bir olmuştu. Ne Akmar Pasajı kalmıştı ne Kadife Sokak ne de çok sevdiği bu sokağın kaldırımları. Koskoca binalar yerle bir olmuş, ana caddeler ve çevre yollar çıkmaz sokaklara dönmüştü. Ayakta kalanlar az katlı yapılardı, yüksek binaların çoğu ağır hasar almış ya da yıkılmıştı. Doğal bir eşitlenme olduğunu düşündü. Moda, Fenerbahçe ve Bağdat Caddesi'nden de Yeldeğirmeni gibi varoşlardan da aynı mavilikte görünüyordu deniz. Artık herkes aynı toprağa basarak ayakta kalmaya çalışıyor, aynı acıları çektiren benzer yıkıntıların arasından nemli gözlerle gökyüzüne bakıp içi titreye titreye umut arıyordu.
Yaşadıkları semte yaklaştığında durumun biraz olsun iyileşeceğini umut ediyordu, ama ne yazık ki öyle olmadı, iç kısımlara doğru girdikçe her şey daha da kötüleşti. Ailesi için endişelenmeye başladı. Bu kadar kötüsünü hiç düşünmemişti. Apartmanların neredeyse tamamı ya yıkılmış ya da büyük hasar almıştı. Yan yatıp cansız bir beton yığını halini alan binalar onu çok korkutuyordu.
Kendi sokaklarına girdiğinde korkudan ölecekti. Koskoca apartmanlar birbirlerinden ayırt edilemeyecek enkazlara dönmüşlerdi. Aynı yerde dönüp dolaştı, tekrar tekrar zihninde hesaplamalar yaptı, ama bir türlü evlerinin yerini tespit edemedi. Şaşkındı, korku dolu bakışlarla sokağı inceliyor, acaba yanlış yere mi geldim diye soruyordu kendine. Bu onların sokağı değilse bile buna hiç şaşırmazdı. İleriye doğru baktığında duraksadı, evlerinin az ilerisindeki parkı görmüştü. 'Tabii ya orası bizim park değil mi?' Çadırlarla dolmuştu, park olduğu artık anlaşılmıyordu ama salıncağın arkasındaki ceviz ağacını görünce emin oldu. 'Eğer orası bizim sokağın başıysa, şu yığıntı da köşedeki pembe bina olmalı' diye düşündü. Dediği gibiyse üçüncü büyük enkaz onların apartmanına ait olmalıydı.
"Aman Allah'ım, bu doğru olamaz!"
Apartmanın yerini bulmuştu ama o soğuk beton yığınının kendi evlerine ait olduğunu kabullenemiyordu. Enkazın olduğu yere koştu. Evet, yanılmıyordu; bu enkaz onların binasına aitti. Haklı olduğunu anlayınca içi titredi ve ağlamaya başladı. Onların hayatta olması için dualar ediyor; binanın artçı şoklarda -ailesi evden çıktıktan sonra- yıkılmış olması için Allah'a yalvarıyordu.
Parka doğru yürümeye başladı. Aden'i uzaktan görenler, onun geldiğini birbirlerine söyleyip parkın girişinde toplanmaya başladılar. Güler Teyze, Özlem Teyze, Emine Teyze oradaydı. Bunlar aynı binadaki komşularıydı, çıkmışlardı işte evden, demek ki binaları ilk sarsıntıda yıkılmamıştı. 'Allah'ım sana şükürler olsun.' Onların yanına doğru ilerlerken Büfeci Mehmet'i gördü, seyyar bir büfe açmıştı parka. Camekânlı arabasında her şey vardı işte, 'Demek her şey eskisi gibi yerli yerinde ve sanki herkes burada, boşuna paniklemişim' diye sevindi ama gülümsemesi yüzüne yayılamadan aniden donuklaştı. 'Neden onlar yok?' Aden'in geldiğini duyan çadırdan fırlıyor, kalabalığın arasına karışıp acı dolu bakışlarla onu bekliyordu. Yan apartmanda oturanlar bile oradaydı: Ulviye Teyze, Şule Abla, Altay Amca, arkadaşı Irmak, Asiye, Aynur... Ama bekleyenlerin arasında ne annesi vardı ne de kardeşi. Eğer enkaz altında değillerse neden o kalabalığın arasında değillerdi, neden hâlâ annesini görememişti, neden kardeşi orada yoktu?
Haykırmak, anne ben geldim, işte buradayım demek istiyordu ama sesi çıkmadı. Gördükleri karşısında kanı çekilmiş, kaskatı kesilmişti. 'Neler oluyor?' Onlara yaklaşınca gözleri karardı, sendelemeye başladı.
Güler Teyze koşarak onun yanına geldi ve sıkıca bağrına bastı. "Aden, kızım. Hayattasın... Öyle çok korktuk ki senin için."
Aden biraz geri çekilip onun gözlerinin içine endişeyle bakarak, "Annemler nerede?" diye sordu. "Onları göremiyorum; yoksa yaralılar mı hastaneye mi kaldırıldılar? Benden haber alamayınca deliye dönmüşlerdir ama geldim işte," diyerek gülümsemeye çalıştı. Güler Teyze'nin gözlerinin dolduğunu görünce panikledi Aden. "Onlar iyi mi?" Susuyordu. "Hayattalar mı söylesene lütfen," diye tüm gücüyle bağırdı. Bir kez daha cevap veremeyince Aden onların ölmüş olduğunu tahmin etti, ama bunu kabullenemiyordu. "Aman Allah'ım yoksa onlara bir şey mi oldu, neden susuyorsun?"
Ağlarken yaşadıklarının gerçek olduğuna tam olarak inanamıyor, mutlaka birinin çıkıp da ona her şeyi yanlış anladığını söyleyeceğini bekliyordu. Birazdan annesi Aden diye seslenip, koşarak yanına gelebilirdi. Bu umutla etrafa bakınıp onları aradı, göremedi.
"Yalvarırım biriniz onların hayatta olduğunu söylesin."
Yakarışları koşarak onların bulunduğu yere gelip neler olduğunu anlamaya çalışan herkesin yüreğini burkuyordu. Bir süre sonra Aden ağlayamaz hale geldi. Kıpırdayamıyor, nefes bile alamıyordu, adeta donmuştu. Gözleri tamamen karardı, ayakta duramayacak hale gelince kendini yere bırakıp çırpınmaya başladı.
Sonrası karanlık, sonrası uzun ve derin bir karanlıktı sadece.
***
1.Kısmın Sonu
Ev
İstanbul'dan ayrıldıktan sonra evlerinin yolunu tuttu. Ona veda etmek zor gelmiş, aklı onda kalmıştı. İstanbul onun içindeki bardağı taşıran son damlaydı, sahip olduğu her şeyi feda edip, bardağın camından süzülerek kayıp giden adamın izlediği yol öyle çekici bir iz bırakıyor, o özgür hayat Aden'e öyle dayanılmaz geliyordu ki onu takip etme isteğine karşı koymakta zorlanmıştı. Ne var ki İstanbul yol gösterme niyeti taşımaksızın habersizce esen bir rüzgârdı ve onu takip etmek imkânsızdı; Aden'in bir an önce evine dönüp ailesini yatıştırması gerekiyordu.
Kadıköy'ün durumu içler acısıydı. Rıhtımdan Bahariye'ye, Kadife Sokaktan Moda'ya dek uzanan hat yerle bir olmuştu. Ne Akmar Pasajı kalmıştı ne Kadife Sokak ne de çok sevdiği bu sokağın kaldırımları. Koskoca binalar yerle bir olmuş, ana caddeler ve çevre yollar çıkmaz sokaklara dönmüştü. Ayakta kalanlar az katlı yapılardı, yüksek binaların çoğu ağır hasar almış ya da yıkılmıştı. Doğal bir eşitlenme olduğunu düşündü. Moda, Fenerbahçe ve Bağdat Caddesi'nden de Yeldeğirmeni gibi varoşlardan da aynı mavilikte görünüyordu deniz. Artık herkes aynı toprağa basarak ayakta kalmaya çalışıyor, aynı acıları çektiren benzer yıkıntıların arasından nemli gözlerle gökyüzüne bakıp içi titreye titreye umut arıyordu.
Yaşadıkları semte yaklaştığında durumun biraz olsun iyileşeceğini umut ediyordu, ama ne yazık ki öyle olmadı, iç kısımlara doğru girdikçe her şey daha da kötüleşti. Ailesi için endişelenmeye başladı. Bu kadar kötüsünü hiç düşünmemişti. Apartmanların neredeyse tamamı ya yıkılmış ya da büyük hasar almıştı. Yan yatıp cansız bir beton yığını halini alan binalar onu çok korkutuyordu.
Kendi sokaklarına girdiğinde korkudan ölecekti. Koskoca apartmanlar birbirlerinden ayırt edilemeyecek enkazlara dönmüşlerdi. Aynı yerde dönüp dolaştı, tekrar tekrar zihninde hesaplamalar yaptı, ama bir türlü evlerinin yerini tespit edemedi. Şaşkındı, korku dolu bakışlarla sokağı inceliyor, acaba yanlış yere mi geldim diye soruyordu kendine. Bu onların sokağı değilse bile buna hiç şaşırmazdı. İleriye doğru baktığında duraksadı, evlerinin az ilerisindeki parkı görmüştü. 'Tabii ya orası bizim park değil mi?' Çadırlarla dolmuştu, park olduğu artık anlaşılmıyordu ama salıncağın arkasındaki ceviz ağacını görünce emin oldu. 'Eğer orası bizim sokağın başıysa, şu yığıntı da köşedeki pembe bina olmalı' diye düşündü. Dediği gibiyse üçüncü büyük enkaz onların apartmanına ait olmalıydı.
"Aman Allah'ım, bu doğru olamaz!"
Apartmanın yerini bulmuştu ama o soğuk beton yığınının kendi evlerine ait olduğunu kabullenemiyordu. Enkazın olduğu yere koştu. Evet, yanılmıyordu; bu enkaz onların binasına aitti. Haklı olduğunu anlayınca içi titredi ve ağlamaya başladı. Onların hayatta olması için dualar ediyor; binanın artçı şoklarda -ailesi evden çıktıktan sonra- yıkılmış olması için Allah'a yalvarıyordu.
Parka doğru yürümeye başladı. Aden'i uzaktan görenler, onun geldiğini birbirlerine söyleyip parkın girişinde toplanmaya başladılar. Güler Teyze, Özlem Teyze, Emine Teyze oradaydı. Bunlar aynı binadaki komşularıydı, çıkmışlardı işte evden, demek ki binaları ilk sarsıntıda yıkılmamıştı. 'Allah'ım sana şükürler olsun.' Onların yanına doğru ilerlerken Büfeci Mehmet'i gördü, seyyar bir büfe açmıştı parka. Camekânlı arabasında her şey vardı işte, 'Demek her şey eskisi gibi yerli yerinde ve sanki herkes burada, boşuna paniklemişim' diye sevindi ama gülümsemesi yüzüne yayılamadan aniden donuklaştı. 'Neden onlar yok?' Aden'in geldiğini duyan çadırdan fırlıyor, kalabalığın arasına karışıp acı dolu bakışlarla onu bekliyordu. Yan apartmanda oturanlar bile oradaydı: Ulviye Teyze, Şule Abla, Altay Amca, arkadaşı Irmak, Asiye, Aynur... Ama bekleyenlerin arasında ne annesi vardı ne de kardeşi. Eğer enkaz altında değillerse neden o kalabalığın arasında değillerdi, neden hâlâ annesini görememişti, neden kardeşi orada yoktu?
Haykırmak, anne ben geldim, işte buradayım demek istiyordu ama sesi çıkmadı. Gördükleri karşısında kanı çekilmiş, kaskatı kesilmişti. 'Neler oluyor?' Onlara yaklaşınca gözleri karardı, sendelemeye başladı.
Güler Teyze koşarak onun yanına geldi ve sıkıca bağrına bastı. "Aden, kızım. Hayattasın... Öyle çok korktuk ki senin için."
Aden biraz geri çekilip onun gözlerinin içine endişeyle bakarak, "Annemler nerede?" diye sordu. "Onları göremiyorum; yoksa yaralılar mı hastaneye mi kaldırıldılar? Benden haber alamayınca deliye dönmüşlerdir ama geldim işte," diyerek gülümsemeye çalıştı. Güler Teyze'nin gözlerinin dolduğunu görünce panikledi Aden. "Onlar iyi mi?" Susuyordu. "Hayattalar mı söylesene lütfen," diye tüm gücüyle bağırdı. Bir kez daha cevap veremeyince Aden onların ölmüş olduğunu tahmin etti, ama bunu kabullenemiyordu. "Aman Allah'ım yoksa onlara bir şey mi oldu, neden susuyorsun?"
Ağlarken yaşadıklarının gerçek olduğuna tam olarak inanamıyor, mutlaka birinin çıkıp da ona her şeyi yanlış anladığını söyleyeceğini bekliyordu. Birazdan annesi Aden diye seslenip, koşarak yanına gelebilirdi. Bu umutla etrafa bakınıp onları aradı, göremedi.
"Yalvarırım biriniz onların hayatta olduğunu söylesin."
Yakarışları koşarak onların bulunduğu yere gelip neler olduğunu anlamaya çalışan herkesin yüreğini burkuyordu. Bir süre sonra Aden ağlayamaz hale geldi. Kıpırdayamıyor, nefes bile alamıyordu, adeta donmuştu. Gözleri tamamen karardı, ayakta duramayacak hale gelince kendini yere bırakıp çırpınmaya başladı.
Sonrası karanlık, sonrası uzun ve derin bir karanlıktı sadece.
***
1.Kısmın Sonu
Yorumlar
Yorum Gönder