Ana içeriğe atla

10-Dönüş Yolu

10

Dönüş Yolu

Hava biraz serindi ama İstanbul vapurun içi kalabalık diye üstü açık kısma oturmayı tercih etti. Aden, vapur hareket ettikten sonra denizden soğuk soğuk yüzüne çarpan rüzgarın bile farkında değildi, onun derdi İstanbul'du. 'Babam olsa geri dönüp beni kurtarmazdı' diye düşünen Aden ilk kez bir erkekte babasını görmüyordu. İstanbul onun ikinci kez kahramanı olmuştu. Ne var ki kaçmaya çalıştığı için ona çok kızgındı ve yol boyunca hiç konuşmamıştı.

İstanbul'un aklından geçenleri merak eden Aden bu durumdan çok sıkıldı, dayanma sınırı tükendi ve "Bu çok anlamsız!" diyerek rahatsız edici sessizliğe son vermek istedi. "Neden konuşmuyorsun?"

Tüm ısrarlarına rağmen susmaya devam etti. Tamam, İstanbul onun kahramanıydı ama güven vermiyordu; her an o anlamsız tavrını takınıp ailesiyle görüşmesine engel olmaya çalışabilirdi. Eğer böyle olacaksa Aden bunu bilmeliydi, çünkü eğer hâlâ onu esaret altında tutma gibi bir niyeti varsa anında kaçıp kurtulabilirdi elinden. Bunun için vapurdakilerden yardım istemesi yeterliydi. Zaten artık silahı yoktu, mermiler bitince denize atmıştı.

"Ailemi görmeme hâlâ karşı çıkıyor musun? Bu konu bir an önce açıklığa kavuşmalı."

"Seninle işim bitti, istediğin yere gidebilirsin," dedi İstanbul.

Sözlerini samimi buldu. 'Onun derdi ben değilim' diye aklından geçirdi. Kaçmaya gerek kalmadığından emin olunca rahatladı. Sesini biraz yumuşatarak, "Annemlere ya da polise yaşananları nasıl izah edeceğimizi birlikte planlamamız gerekmiyor mu?" diye sordu. Biraz bekledi yanıt alamayınca sinirlendi. "Sen ne biçim kanun kaçağısın, yakalanmak mı istiyorsun?" İlgisiz tavrından usandı. "Aman ya, bana ne? Polisin peşine düşeceği kişi düşünsün."

Kadıköy sahili iyice belirmişti. Aden birazdan eve dönüş yolculuğunun sona ereceğini düşünerek gözlerini yumdu. İstanbul vapur iskeleye doğru yol alırken yanlarından geçen içi haddinden fazla dolu küçük tekneyi sessiz bir şekilde takip ediyordu.

"Yeter artık! Bu ne ya? Lütfen konuşur musun, bir şey söyle."

Bir an başını kaldırıp donuk bir ifade ile Aden'e baktı ve bir şey diyecek gibi oldu ama öyle buğuluydu ki gözleri, konuşamadı. Bakışları daha önce hiç bu kadar içten ve aynı zamanda anlaşılmaz olmamıştı.

"Savaş'a ulaşıp senin avukatlığını üstlenmesini istesek iyi olur. Ona nasıl ulaşacağımızı Zeynep'e sorabilirim. Belki hâlâ birliktedirler, en azından onun telefonunu biliyordur." İstanbul sanki onu duymuyordu. "Peki, bunları boş ver. Benimle eve kadar gelip yolda bana eşlik edecek misin? Bana bak!" diye sesini yükseltti Aden. "Aklından neler geçiyor bilmiyorum ama bence bir süre ortalıkta görünmezsen iyi edersin."

İstanbul hiç duymuyormuş gibi davranmaya devam etti ve donuk bakışlarını denizden hiç ayırmadı. Mavi ışıltısının gömüldüğü karanlık dehlizlerde hayatla kavga eden İstanbul'un varoluşun en derin acılarıyla boğuştuğunu görebiliyordu Aden. Bu acılar, bu dinmeyen fırtınalar bir insana çok fazlaydı...

Aden yardım gemilerinin yanaştığı limanı işaret ederek, "Görüyor musun?" diye sordu. Gemilerden boşaltılan yardım malzemelerini elden ele taşımak için tek sıra halinde dizilen yüzlerce insanı göstererek dikkatini çekmeye çalıştı. "Herkes bir mücadele içinde ama sen her şeyi boş vermiş gibisin. Umarım bu dayanışma ve mücadele ruhu en başta sana olmak üzere tüm dünyaya örnek olur."

"Kötü örnek oluyorlar," diye İstanbul sonunda sinir bozucu sessizliğine son verdi.

"Burada yaşanan dayanışmanın her karesi bence çok önemli," dedi Aden. Güç bela başlatabildiği konuşmayı sürdürmek istiyordu. Biraz bekledi ama İstanbul'un susmaya devam ettiğini görünce, "Şuna bak," dedi. "Hayata tutunabilmemiz için ülkenin, hatta dünyanın dört bir yanından gemiler dolusu yardım malzemesi gelmiş, daha ne olsun?"

Deniz mavisi gözlerinden fışkıran delici bakışlarını Aden'e yöneltip, "Yardım kelimesine sinir oluyorum ve gözünde çok büyüttüğünü düşünüyorum," dedi.

"İyi de gönderdikleri gıda, battaniye ve çadırlar olmasa aç ve açıkta kalmış bunca insanın hali kim bilir ne olur?"

"Şu minnettarlığı bırak," diye çıkıştı İstanbul. "Sistemin parçası olmayınca açlıktan öleceğimize inandırarak bizi esir alan her türlü düşünceden kurtulmalıyız. Ben dayanışma ruhuna karşı değilim. Yardım dediğin şey dayanışma değil, evcilleştirme faaliyeti..." Susup biraz bekledikten sonra sözlerine devam etti. "Seni onlara esir ettiren ne varsa hepsinden kurtulmalısın. Yardım adı altında oy toplamaya ve reklam yapmaya çalışanlar, zaten deprem öncesinde bizim depremden sonra düştüğümüz durumda sürekli halde yaşayan milyonlarca evsiz ve aç insan için hiçbir şey yapmıyorlar; çünkü sistemle uyumsuz olanları iflah olmaz olarak görüyorlar. Depremzedeleri acilen kafesleyip yeniden birer köle olarak programlamazlarsa topluca dibe vurduğumuzda sıfırdan yepyeni bir varoluş başlatabileceğimizi biliyorlar."

"Yani sence yardım ulaşmayan depremzedeler evrim geçirdiklerini mi anlayacaklar?"

"Hayır, evrimin onlara nasıl geçirdiğini anlayacaklar," diye espri yaptı İstanbul.

"Düzgün konuş!" diye uyarmak zorunda kalsa da komik bulmuştu Aden, gülümsemeden duramadı.

İstanbul ciddileşti ve düşüncesini açıklığa kavuşturmak için sözlerine devam etti. "İnsanların bir kısmı, küçük bir azınlık diyebiliriz buna, yaşadıkları silkelenme sayesinde özlerine dönecek. İnsanları kendine yabancılaştıran gösteri dünyası dağıldı, uygarlık adı altında zihinlere atılan format sıfırlandı ve ruhumuzun iliğini kemirerek bizi kurutan sahte dünyanın boğucu yanılsamaları bir süreliğine de olsa kayboldu. Şu an çalışmak ya da okula gitmek zorunda olmamamız, elimizi ayağımızı bağlayan sorumlulukların ortadan kalkması çok büyük bir özgürlüktür. Sen elli beş saniyede ne yaşandığını sanıyorsun?" Aden'in ağzını bile açmasına fırsat vermeden sözlerine devam etti. "Kırılma anında yüzlerce yıl öncesine döndük. Şehri aslına döndüren çok büyük ve faydalı bir çöküştü bu, adeta doğal bir devrimdi. Topluca dibe vurmamızı sağlayan bu felaketin kıymetini bilmeliyiz. Bu yıkım bizim için eşsiz bir fırsat. Yıkımın altından çıkan yaratıcılıkla eski hayatlarımızı yerle bir edebilir, büyük bir değişim için sıfırdan başlayabiliriz. "

"Demek bu fay kırıklarıyla örülü zeminin doğal bir devrim için elverişli olduğunu düşünüyorsun. Kaybettiklerimizi yeniden kazanmak zorunda olmasaydık belki haklı olabilirdin."

Teknolojik olarak daha geri bir noktadaki yaşamı kısa süreliğine de olsa tecrübe etmek için büyük bir fırsat elde ettiklerini düşünen İstanbul'a itiraz etse de aslında modern topluma yönelik yıkıcı eleştirilerinden çok etkileniyor, duydukları engellenemez biçimde kafasına yerleşiyordu. Bildiğini sandığı her şeyi şu an sorgulamasını önleyen tek şey ailesiydi. Sakin bir kafayla onu dinleyebilseydi İstanbul'un düşüncelerinin kendisini yansıttığını anlaması işten bile değildi, ama vapur Kadıköy iskelesine yanaşırken ailesinin durumundan başka bir şey düşünemezdi. Bir an önce onları görmek, seslerini duymak ve onlara sarılıp kokularını doyasıya içine çekmek istiyordu. Günlerdir bunun mücadelesini vermiş ve hayalini kurmuştu.

Kadıköy iskelesinde vapurdan inip bir süre birlikte yürüdükten sonra İstanbul durdu ve hiçbir şey söylemeden denizi izlemeye başladı. Düşünceli görünüyordu. Bir şeye karar vermeye çalıştığı belliydi.

"Bak Aden, sen aslında zannettiğin kişi değilsin. Sen o hadsizlere dersini veren, sabahlara kadar enkaz aralarında kurtarma görevi üstlenen, haksız otoriteden hoşlanmayan cesur bir kadınsın, ama yanlışı seçip beni sırtımdan bıçakladın; bunu yapmayacaktın."

"Nedir bu böyle, yoksa vedalaşıyor muyuz?"

"Bak Aden, benim yaptığım her şey senin iyiliğin içindi. Kafama takılan şey beni aldatıp kaçman değil; bundan sonra sana güvenemeyecek olmam. Bu yüzdene artık benimle kalamazsın."

"Ne yani, anlaşma iptal mi?"

"Evet, anlaşma bitti."

"Annemlerin iyi olduğunu uzaktan görsem ve sadece anneme iyi olduğumu söylesem yeter. Sonra yine seninle kalmaya devam edebilirim."

"Buna gerek kalmadı," diye karşılık verdi İstanbul buz gibi bir sesle. "Nereye istersen gidebilirsin, umrumda değilsin."

İstanbul ilk kez önemli bir şey söylerken gözlerinin içine bakmamıştı. Aden'in içinde daha önce hissetmediği tuhaf şeyler oluyordu. Yolları ayrılıyor diye daha şimdiden derin bir boşluk kaplamıştı içini. Herkesin kendi yoluna gitmesini istemiyordu. Burada bu şekilde bitmemeli, böyle ayrılmamalıydılar.

"Ben sadece..."

"Bir şey söyleme," diyerek lafı ağzına tıktı. "Seninle bundan sonra işim olmaz. Benden uzak durmandan başka bir şey istemiyorum. Kokuşmuş dünyana dön ve bir daha asla arkana bakma. Beni de unut."

"Peki, ya sana ne olacak?"

İstanbul sol elini havaya kaldırıp, başını sağa sola sallayarak susmasını işaret etti. "Bu seni ilgilendirmez. Uzatmayalım. Benimle gelemezsin, artık aynı mekânda kalamayız. Bundan sonra seni görmek dahi istemiyorum."

Gözlerinin içine dik dik bakan İstanbul, "Beni iyi dinle!" diye uyardı. "Eğer bir aptallık yapıp birilerine benden bahsedersen veya birilerine benim hayatta olduğumu anlatırsan işte o zaman tetiği çekmek zorunda kalırım. Beni iyice anladın mı? Böyle bir aptallık yaparsan gözümü bile kırpmadan benden bahsettiğin kişileri de seni de öldürürüm."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

16-Takas Kütüphanesi

16 Takas Kütüphanesi Kısa zamanda parktaki insanlarla tanışıp kaynaştı ve arkadaşlarına ufak tefek dövmeler yapmaya başladı. Aden'in ilk denemelerinde iyi işler çıkardığını gören Merve, ücret karşılığında dövme yapmaya başlayabileceğini söyledi ve hangi modelleri yapabileceğini katalogdan tek tek gösterdi. Müşterilerin istediği modeller Aden'in yapabileceği tarzda değil ise Merve'ye haber veriyor, ustası akşamları çadıra gelip geç saatlerde de olsa o müşterilerin dövmesini yapıyordu. Ne var ki müşteri sayısı çok azdı, Aden hiç para kazanamıyordu. Parasızlık canına tak edince sabretmek zor gelmeye başlıyor, 'Buradaki insanların dövme yaptıracak hali mi kalmış, hangi akla hizmet bu işe girdim' diye kendine kızıyordu ama çadır kentte dövmecilik yapılmayacağını bile bile sırf mesleği öğrenmek için işe başlamıştı ve o anlamda işler tahmin ettiğinden daha iyi gidiyordu, çünkü öğreniyordu. İşinin en iyi tarafı ders çalışmasına engel olmamasıydı. Buna rağmen doğru düz

14-Çarpışma

14 Çarpışma Sosyal Tesisler, Gülhane Parkı Aden Sabahın erken saatlerinde çadırın fermuarını açıp Aden'i uyandırdı. "Günaydın uykucu." Oldukça dinç görünen Zeynep gülümsüyordu. "Günaydın," diye mırıldandı. Güne bu kadar erken başlamaya alışık değildi. "Çok erken değil mi?" "Acele etmeliyiz, birazdan kuyruk başlar." "Ne kuyruğu?" "Kahvaltı tabii ki hadi, biraz hızlı ol." Daha ilk sabahtan uyumsuz görünmemek adına ona hayır demedi ve uyku tulumundan çıktı. Kucağındaki defter ve kalem yere düşünce, "Ne kadar kalın bir defter," dedi Zeynep. "Ne var bunun içinde?" "Önemli şeyler değil." Aden defteri kitapların altına sıkıştırdıysa da Zeynep oradan çıkarıp eline aldı ve kapağını incelemeye başladı. "Günlük mü tutuyorsun?" "Hayır, günlük değil." "O zaman bakmamda sakınca yoktur herhalde." Aden onay verdiğini gösterircesine başını salladığında de

Yarım Adam Romanı Önsöz ve Arkakapak

YARIM ADAM (ARKA KAPAK) Binalardan kaçanların toplandığı Taksim Meydanı mahşer yeri gibiydi. Aden ve İstanbul kalabalığın arasında artçıların geçmesini bekliyorlardı. Kandilli Rasathanesi elli beş saniye süren depremin merkez üssünün İstanbul, şiddetinin yedi virgül beş olduğunu açıklamıştı. Tarihe 2 Nisan İstanbul depremi olarak geçecekti... Deprem modern dünyayı yerle bir ederken Aden'in uyutulduğu taştan beşiği devirdi. Vahşi doğa tarafından yıkılmış, binaları yangın alevlerince yutulmuş, ölümün kol gezdiği İstanbul'da gerçeğin karanlık yüzüne doğru yaptığı yolculuk onu dehşet verici yerlerden geçmek zorunda bıraksa da korkunç bir kâbustan uyanmasını sağladı. Ama hakikati yaşayabileceği yeni bir hayata gözlerini açtığının henüz farkında değildi; çünkü elli beş saniye; yaşadıklarını anlayabilmesi için çok kısa, kaosla tanışmanın şiddetine dayanabilmesi içinse çok uzundu. İstanbul sarsıcı bir filozof ve karanlık bir şairin bedeninde ete kemiğe büründü. O, özgürlük atmosf